OTORİTER YÖNETİMLERİN KAÇINILMAZ SONU
5 mins read

OTORİTER YÖNETİMLERİN KAÇINILMAZ SONU

                         OTORİTER YÖNETİMLERİN KAÇINILMAZ SONU
                                                                       6 Aralık 2024   
                                                                      Zübeyir GÜLABİ

Otoriter yönetimlerin ülke içinde bir istikrar sağladığı, hızlı bir kalkınmaya yol açtığı iddiası geçici bir süre için doğrudur. Birinci Dünya savaşından sonra kurulan otoriter rejimlerden Faşist Mussolini, ülkesinin tarihsel olarak mirası olan ticari başarısını kullanarak korporatist bir ekonomik sistemle, özel sektör eliyle hızlı bir kalkınma gerçekleştirdi. Nazi Hitler de aynı şekilde, var olan sanayi altyapısı ve büyük nüfusu ile hızlı bir kalkınmayı başardı.


Japonya yine geleneksel olan korporatist yapısı ve emperyalist politikalarla hızla kalkındı. Sosyalist devrimden sonra Stalin de hızlı bir sanayileşme gerçekleştirdi. Çin ise Mao yönetiminde kalkınmadan çok devrimlere yöneldiği için ekonomik kalkınmada başarısız oldu ama ülkenin kaynaklarını Komünist Partisi elinde toplamayı başardı.


Otoriter rejimler dünyanın en popülist rejimleridir. Halkın din ve milliyetçilik duygularını en üst seviyede kontrol ederek iktidarlarının devamına çalışırlar.
Mussolini daha Hitler’in yayılmacı politikaları ortaya çıkmadan, Libya’yı ve Habeşistan’ı işgal ederek halkın desteğini yanına aldı. Hitler de hayat sahası dediği genişleme alanlarını, Versay Antlaşması’nın haksız şartlarını çiğneyerek %33’lük oy desteği ile iktidara geldiğinde meclis binasının yakılma komplosunu düzenleyerek tek adam haline geldi.


Hitler Avrupa’yı işgal ile ülkesine kazandırdığı her şeyin 1945’te yerle bir edilmesine sebep oldu. Japonya da aynı akıbete uğradı. Mussolini’nin ülkesi de işgale uğradı.

Dünya savaşı sonrası Mao, Güney Kore’yi işgale kalkışınca 1950’de Kore Savaşı’nda yenilerek geri çekildi. Stalin, savaş sırasında harekete geçirdiği halkın enerjisinden kaynaklanan kalkınmanın zenginliğini Doğu Avrupa ülkelerini işgal ve komünizmi yayma uğruna harcadı ve sistem 1989’da çöktü.


1950’lerden sonra kurulan diktatörlüklerin temel özelliği gelişmemiş ülkelerde kurulmasıydı. Küba’daki Castro’nun komünist devrimi ve ülkenin içe kapanması ve bir tarih müzesi haline gelmesi; Mısır’da Nasır ülkesini İsrail karsısında küçük düşüren başarısızlıklara sebep oldu. Libya’da diktatör karikatürü Kaddafi, Suriye’de Baas Partisi’ne dayanan azınlıkçı diktatör Hafız Esat, Irak’ta Saddam Hüseyin, İran’da İslam Devrimi, Afganistan’da Komünist darbe sonrasında Rusya’nın işgal girişimi, kurtuluş savaşı ve iç savaş, Taliban, Amerikan işgali ve tekrar Taliban; Sudan’da Ömer el Beşir gibi diktatörler ülkelerini demir yumrukla yönetirken bir milli kimlik ve aidiyet duygusu inşasında başarısız oldukları için ülkeleri bölündü.


Suriye, Irak, Libya, Sudan bölündü.


Sovyetler Birliği dağıldı, Rusya Federasyonu dağılır mı diye düşünülürken Rusya 2000lerin başında Putin ile toparlandı, ekonomik istikrar sağlandı. Rusya bir sanayi ülkesi olmaktan çıkıp petrol ve doğalgaz pazarlayan rantiyeci devlet haline dönüştü. Rusya hazinesi doldukça Putin otoriterleşti; 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya’sını, 2014’te Ukrayna’nın Kırım’ını işgal etti; Ukrayna’nın vatandaşı Rusların bağımsızlık ilanlarını teşvik ederek Ukrayna’yı parçalamaya çalıştı. Nihayet 2022 Şubat’ında Ukrayna’yı işgale karar verdi. Gelinen aşamada Rusya’nın kasası boşaldı, halkı askere gitmek istemediği için Kore’den, Nepal’den ve başka ülkelerden paralı asker toplamakla meşgul.


Saddam Hüseyin, Batı ve Sünni İslam dünyasının hoşuna gideceğini düşündüğü için devrimle sarsılmış, ordusu dağılmış İran’a 1979’da devrimden hemen sonra saldırdı. Petrol ve gazdan gelen devlet gelirlerini ordusunu büyütmeye ve donatmaya harcadığı için devlet hazinesi boşalınca halkın artan mutsuzluğunu bastırmak için 1991’de Kuveyt’i işgal etti. Bu işgal hem kendinin hem de Irak devletinin sonunu getirdi.

Bahsedilen otoriter rejim örneklerinden görüldüğü üzere, bu rejimler eninde sonunda kötü bir bitiş yapmaktadır. Çare ise demokrasidir. Türkiye, toprak fethetme yerine halkını zenginleştirecek, Türkiye’yi bölgenin cazibe merkezi yapacak demokrasi ve ekonomik kalkınma politikalarına yönelmelidir. Toprak işgal ederek halkın huzuru ve refahı sağlanmayacaktır.

Bir yanıt yazın