GALİBİ OLMAYACAK SAVAŞ
Doç. Dr. Muharrem YILDIZ
e-posta: dr.m.yildiz007@hotmail.com
Böyle bir yazı başlığını kullanmamızın sebebi Peygamber Efendimiz’ (s.a.s) in 14 asır öncesinden günümüze atfettiği, ülkemizi ve Ortadoğu coğrafyasını doğrudan ilgilendiren bir hadisi şerifini hatırlamamız olmuştur. Bu konu da, uzman olan kimseler bir takım yorumlar yapmaktadır. Kimi kişilerin yaptıkları bu yorumların hiçbirisi bölgenin askeri, ekonomik sosyolojik ve kültürel etkinlik yapısına çözüm üretmediği gibi daha da sorunların çetrefilleşmesine, çözümsüzleşmesine, derinleşmesine ve kangren haline gelmesine sebep olmuştur. Bunun açık ve müşahhas örneğini fiilen sahada yaşamaktayız. Özellikle 15 Temmuz sonrası bölgede ortaya çıkan problemlerin başat aktörü, Ne yazık ki başta ülke olarak biziz, İran, Rusya, İsrail ABD ve karda yürüyüp izini belli etmeyen İngiliz destekli dindar görünümlü “vahhabi”ler –adına şimdilerde selefi terör örgütleri diyorlar- olmak üzere; maalesef üstüne üstlük bir de Türk Dış Politikasındaki tutarsızlıklar olmuştur. Bu tutarsız politikalar; bölgede ülkemize olan güveni de sarsmış, bize ümit bağlayanların ümidini söndürmüş, bölgeye önceden konuşlanmış zinde güçlerin ekmeğine yağ sürmüş, durduk yerde kendi düşmanımızı kendimiz oluşturmuş ve onca alanda lehte üstünlüklerimiz varken kendi topuğumuza sıkmış olduk. Ne gibi lehte üstünlüklerimiz vardı sorusu akla geliyor. Bunlar sayılamayacak kadar çok olsa da Biz bazılarını kısaca sıralayalım:
Öncelikle İslam Coğrafyası Olması
14 asırlık bir tarihi geçmişin olması, Yakın asırlara kadar siyasi olarak kadim Osmanlı-Türk toprakları olması… Mesela en basitiyle; Antalya ilinin Gazipaşa ilçesinin bir dağ köyünde yaşamış Rahmetli Mustafa dedemin Askerlik Şubesi Halep’tir. Kendisi, Afyon Kocatepe Dumlupınar Gazisiydi. O yüzden en azından Halep Antep’tir. Antep Halep’tir. Antakya’dır, Antakya Halep’tir. İkinci Dünya savaşıyla değişen coğrafya, maalesef başka iç sorunlarımız yüzünden ilgilenemediğimiz için gözden kaçırdığımız bölgelerdir. Gazi M. Kemal Atatürk’ün Misak-ı-milli haritasına baktığınızda, bu haritaya göre Musul-Kerkük’ten itibaren batıya doğu Akdeniz sahillerine kadar tümü Türkiye’nin Misak sınırlarının içinde kaldığını görürüz. Kendi hâline bırakılmayan ve harici-dâhili düşmanların ittifakıyla boş yere ülkemizin enerjisini tüketen kanlı olaylar çıkartmışlar, ülkemizin toplumsal barışını çeşitli provokatif eylemlerle bozmuşlar, toplumu sağcı-solcu, dinci, irticacı, tarikatçı. vb., “izm”lerle biten kavramlarla insanımız kamplaştırılmış, kutuplaştırılmıştır. Ülke içinde çıkarılan toplumsal olaylar büyütülerek, kardeşin kardeşe kırdırıldığı toplumsal katliamlarla, ülkemizin başına içte ve dışta bir takım gaileler ile uğraşmaktan; bölgenin hamisi olma fırsatını bile yakalayamadık. Ama o duygu vicdani şuur mazlum toplumların tarihi toplumsal hafızasından hiç silinmemiştir. Benim gibi yaşı 60’ı geçmiş genç delikanlılar o günleri daha iyi hatırlar:1960 ihtilali, Adnan Menderes ve Arkadaşlarını idam edilmesi, 60-70’li Yılların ASALA’sı, 12 Eylül’ü, 1980-90-20-li yıların PKK’sı ve 28 Şubatı, Başörtüsü zulümleri, ikna odaları vb. derken “İrtica” sopasıyla dize getirilen “yurdum insanı-vatandaş Rıza”… Daha sonrasıyla, hepimizin malumu toplum vicdanın yüz karası “iftira” ve “Kumpaslar” la dolu 15 Temmuz kalkışma tiyatrosu ve ülkemizin içine düştüğü, düşürüldüğü ve geldiği son nokta. Dahası bilmem kaldı mı? Hani diyorlar ya “dibin dibi” diye.
Etnik Yapı Açısından
Suriye Bölgesi, halkının etnik ve sosyo-kültürel yapı bakımından ele alınacak olursa azınlık olarak Nusayriler, Ermeni ve Hristiyan Araplar ve Rafızi Arap Alevileri kabilinden birtakım daha başka rijit toplulukların dışında Sünni İslami gruplardan oluşmaktadır. Suriye yönetiminde Nusayriler etkin durumdadırlar. Sünni Araplar idareden dışlanmışlardır. Çoğunluk olarak halk, Hanefi ve Şafi Mezhebi ağırlıktadır. Şam’ın güney doğu kesiminde özellikle Bilal’i Habeşi Türbesi ve çevresinde Şiî Araplar, İran Azerleri yaşar. Şam ilim merkezidir. Türkiye ile doku uyuşmazlığı olmayan bir etnik yapıdadır. Şam Hamidiye çarşısında dolaşırken kulaklarınız İbrahim Tatlıses türküleriyle çınlar. Kendinizi âdeta bir Anadolu şehrinde Urfa, Antep, Diyarbakır’ın kadim çarşılarında dolaşıyor zannedersiniz. Üniversite yıllarımızda birçok Yüksek İslam Enstitü hocamızın İslami ilimler konusunda icazet aldığı merkezlerdendir Şam. Bunun dışında Mısır Ezher Üniversitesi ve Bağdat Medreseleri de vardır. Kürt aşiretleri, Arap Aşiret ve grupları Şafi mezhebi fıkhı ile ibadetlerini yaparlarken Türkler ve Suriye Türkmenleri Hanefi’dir. Camilerde Hanefi de, Şafi de, yaşayan dört mezhebin mensupları birlikte namaz kılarlar. Şii Caferileri de Sünni imamları arkasında namaz kılmayı yadsımazlar. Zaten namaz oruç gibi ibadet şekillerinde çok bir farklılık da yoktur. Bu fıkhi farklılıklar anlaşmazlık konusu olmadığı gibi kavga sebebi de değildir.
Suriye Kürt aşiretleri ile güney doğu sınır boylarında Türkiye ile çok canlı bir insan trafiği yaşanmaktadır. Her iki taraftaki akrabalık ve din kardeşliği bağlamında aradaki sınır yok sayılmaktadır. Bu durum, ülkemiz için çok ama çok önemli bir değer ve stratejik tarihi müktesebattır. Her iki tarafın insanı; yanar- döner, istikrarsız ve ayağı yere basmayan politik manevralarla güven vermeyen ilişkilerden artık bıkmıştır. Suriye hükümeti tarafından dışlanmış, M.Ö.4000’li yıllardan beri bu coğrafyanın çocukları olan Sünni Kürtleri, kimliği bile olmayan bu insanları kucaklaması gerekirken bizim o halkların güven duydukları bir ülke olmamız gerekirken; onları, İran’ın, Rusya’nın, A.B.D.’nin, İsrail’in, İngiliz ve İsrail destekli grupların kucağına atmamız, hangi basiretli bir dış politikanın ürünü olduğu tartşılır.
Türkiye’nin orta doğu ülkelerine göre, daha çağdaş daha demokratik, batı ile olan entegrasyonunu doğu ile paylaşabilecek bir donanıma sahiptir. Yeraltı ve yer üstü kaynaklar bakımından, özellikle Fırat ve Dicle nehrinin getirdiği büyük zenginlik, ülkemizin ve bölgenin barışı açısından önemli bir yaptırım gücüdür. Bu nehirler Türkiye ile Suriye-Irak açısından zengin bir ekonomi kaynağıdır. Ama tüm bu yaşananlar, kargaşa ve çatışmalar bölgenin enerjisini tüketmekte yaşama sevincini ellerinden almaktadır.
Yönetim Açısından Kaybedilen Kazanımlar
İki binli yılların başında (2000-2010) arasında iki ülkenin, Cumhurbaşkanları arasındaki ikili samimi diyaloglar, ne yazık ki dönemin dış politika uygulayıcılarının feraset ve basiretten yoksun, hamasi dış politikaları sonucunda; tarihin, ülke olarak önümüze serdiği çok büyük bir fırsatın ne yazık ki cömertçe harcanmasına sebep oldu. Dikensiz tarlaya deve dikeni. Mayınsız tarlaya Mayın misali. Bayır Bucak Türkmenlerine silah taşıyan (!) Mit Tırları ve onları yakalayan polisler ve sonrası…
Hangi akıllı akıl ettiyse; özbeöz Türk toprağı olan, Halep Rakka’da bulunan Caber Kalesi’nde dalgalanan Şanlı Türk Bayrağını, Süleyman Şah’ın kabrini taşıyarak indirmiş olmadık mı? Süleyman Şah türbesinin taşınmasının arkasından gelen B.O.P. Havucu… Ve ülkemizin kucağına bırakılan ateşten küre. Oysaki iki ülke arasında esen o geçmiş yılların meltemini iyi bir konsensüsle uzlaşma ve uyum içinde estirmeye devam ettirilebilseydi, babası Hafız Esad kadar zalim olmayan ve daha mülayim bir şahsiyet olan oğul Esad ile ortaya çıkan o birliktelik sonucunda, belki de Ortadoğu bambaşka bir güne uyanacaktı. Türkiye’nin Üniversiteleri, Teknolojisi, Çağdaş Eğitim kurumları, Sanayisi ile AB’ye uyum sürecinde elde ettiği müktesebatı ve kazanımları Orta doğu Suriye’si ile paylaşıldığında, bölgede oyun kuranlar bu kadar rahat at koşturamayacaklardı. Oyun kurucuların oyunları bozulacaktı. İsrail Gazze’yi böyle rahatlıkla tüm dünyanın gözleri önünde yerle bir edemeyecek, 50 bin insan kadın çoluk çocuk şehit edilmeyecekti. Zalim Netanyahu ve askerlerinin tankları altında ezilemeyecek, Mavi Marmara gemisi İsrail askerleri tarafından rahatlıkla işgal edilemeyecekti. Dahası Türkiye bu kadar sorunlar sarmalıyla boğuşmayacak ve bocalamayacaktı. Ekonomimiz sıfırı görmeyecekti. Tüm koşularıyla bir sıfır sorunlu barış adası oluşabilecekti. O zaman Salih Müslim de Esad da sorun olmayacaktı. Bu bir barış fırsatı idi. Ama fırsatlar değerlendirildiğinde bir anlam ve kıymet ifade ederdi. Fırsatlar elden kaçtı barış güvercinleri uçup gitti.. Boşalan yerleri “Global Şeytan İmparatorluğu”nun askerleri doldurdu ne yazık ki. Bir Arap deyimiminde söylendiği gibi: “Ba’de Harabi’l’Basra” “Basra şehri Harap olduktan sonra” neye yarardı. “Gel kardeşim Esad masaya oturalım” demenin ne anlamı ne de faydası var artık.
Fırat Ve Dicle Nehirlerinin Kaynağı Olmak
Batılı araştırmacılara göre 21. yüzyılın en önemli savaşları susuzluk ve suya kavuşma alanında olacaktır. Küresel iklim değişikliğinin sebep olmaya başladığı iklim krizi kapıya dayandı. Buna su savaşları diyorlar. Kara altın dedikleri Petrol, alternatif enerjilerle artık güncelliğini yitirmektedir. Yerini başka temiz enerji kaynaklarına bırakmaktadır. Rüzgâr Enerjisi, Hidroelektrik Enerjisi, Güneş-solar enerji tarlaları, nükleer enerji vb. gibi gelişmiş enerji kaynakları bakımından artık petrol ikinci sıradadır. Orta doğunun petrolden daha kıymetli yorulmamış, bozulmamış tüm Mezopotamya ovaları, dünyada meydana gelen iklim değişiklikleri ve kuraklıklar, orman yangınları, artan nüfus ve biyolojik kirlilik temiz gıdaya, temiz su kaynaklarına ulaşımı zorlaştırmaktadır. Hâlbuki ülkemiz ve bölgemiz bu temiz su kaynaklarının başında oturmaktadır. Suyu Ortadoğu ve dünya barışı için stratejik bir silah olarak kullanmak elzemdir. İsrail’i katliam yapmaktan durduramıyorsun ona bir yaptırım mı uygulayacaksın? Al sana yaptırım: Kes Manavgat suyunu bir haftada teslim bayrağını çekecektir. İsrail’e Golan Tepe’lerinin suyu yetmeyecektir. Zaten İsrail orada işgalcidir. Kes içme su kaynaklarını bak nasıl geliyor barış. Tabiiki bunlar oldukça radikal ve ekstrem durumlardır.
Aslında Suriye’yi bölüp parçalamak isteyenler ilan edilmemiş bir su savaşının tamtamcısıdırlar. Türkiye olarak bize uzatılan Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığını bir kenara bırakalım. Kaldı ki eş başkanın birini biliyoruz da diğer öteki eş başkan kim? B.O.P’çuların uzattıkları havuçlarını atalım önlerine. Varsın Mezopotamya’nın tavşanları yesinler onları.
Bu Coğrafyanın Sorununu Çözecek Olanlar Kim?
Kaçak Petrolden, uyuşturucu ticaretinden, insan kaçakçılığından uzak duran, her türlü çetelerden yüz çeviren, üç kuruşluk bir menfaat için şerefini, onurunu, arkadaşını, meslektaşını, aynı mescid de omuz omuza saf bağladığı namaz kıldığı cami cemaatini bir hiç için onurunu, itibarını, izzetini satmayan, kaçak altın ve dolar yığmaktan vazgeçebilen, gecekonduyu kendine saray kabul edebilecek kadar alçak gönüllü, mütevazı ve diğerkâm, yerine göre gökyüzünü yorgan, vatan toprağını ve tüm yeryüzü sathını mescid kabul eden, ikbal ve gelecek endişesi taşımayan, sadece vatanına ve milletine, öz kutsal değerlerine özden, yürekten, gönülden samimane ihlasla sahip çıkan, boğazından haram lokma geçirmeyen, kendini milletine adamış beklentisiz serdengeçtilerin işidir.