GALİBİ OLMAYAN SAVAŞ -2
Doç. Dr. Muharrem YILDIZ
e-posta: dr.m.yildiz007@hotmail.com
Peygamber Efendimiz (s.a.s) döneminde çevresindeki tehlikelere dikkat çekmiş. Gelecekte muhtemel hadiselere gaybi işaretlerde bulunarak ümmetin ve idarecilerinin dikkatli ve barış içinde bir siyaset takip etmelerini tavsiye etmiş ve ortaya çıkabilecek bazı tehlikelere karşı da uyarmıştır. Bu uyarılarının içerisinde özellikle de ahir zaman hadiselerine de dikkat çekmiştir. İşte bunlardan biri de Fırat nehri üzerine üzerinedir
Bir Hadisi şerifinde Peygamberimiz (s.a.s.) Fırat nehrinden bahseder. Hadiste, Dünyadaki cennetten beslenen dört nehir olduğu anlatılır. Bu nehirlerden birisinin Fırat Nehri olduğunu söyler. Cennetten beslenen derken Allahu a’lem Fırat nehrinin nebean ettiği kaynağın cennet gibi güzel bir ülkeden, üzerinde sayısız medeniyetlerin kurulduğu Doğu Anadolu dağlarından kaynaklandığına işaret ediyor olabilir. Gerçekten de nehrin kaynağına inildiğinde koskoca Mezopotamya ovalarını sulayan nehrin kollarıyla birlikte verimli, bakir yorulmamış ovaları sulayarak geldiği coğrafyanın önemine, verimli ve bereketli topraklarına da dikkat çekiyor olabilir. Bir başka husus da Fırat nehrinin önüne yapılan barajlarda biriken suyun çıktığı yerle biriken suyun miktarına bakıldığında bu kadar az sudan bu kadar çok su birikmesi gerçekten de cennetten de bir kolun bu suya karışıyor olduğu ve suyu bereketlendirdiği düşüncesine mani olmuyor diye akla da gelebilir. Nitekim Hz. Bediüzzaman’ın da bu mealde bir yorumu bulunmaktadır.
Bu nehir üzerinde ve kollarında yapılan barajlarla, dev hidroelektrik santrallerle, sulama kanallarıyla boydan boya, salına salına Suriye topraklarından akarken nehrin barajlar sebebiyle suyunun azalacağına işaret ediyor olabileceği gibi, iklim değişiklikleri sebebiyle küresel anlamda yaşanacak kuraklık ve su kıtlığı, büyük bir su ambarı olan barajlarımızı tehdit edebilecek boyutlar kazanabilir. Çok farklı bir etnik yapıya sahip ülkemiz ve Fırat havzası küresel çapta bir emperyalist kıskaca da alınabilir. Ülke iç ve dış siyasi politikalar, politikacıların menfaatleri, dünya çapında seçkinler ile kesiştiği zaman, menfaat birlikteliği yaparak seçkinleri daha zengin olurken; bölgenin, çeşitli ekonomik sıkıntılarla iyice fakirleştirilmiş, yerinden yurdundan, özgürlüğünden edilmiş mazlum yerel halkların istikballeri tehdit altında da kalabilir.
Fırat Nehri demişken aslında kötülük Fırat’ta değil, fırat etrafında insanların toplanması, “burada bir hazine var, burada bizim için ganimet var” diye toplanıp birbirilerini boğazlaması, kolay yoldan mal elde etmek için, kolay yoldan zengin olmak, kendilerine ait bir dünya kurmak, hâkimiyet elde etmek için; insanların Fırat’ın etrafında toplanacağını ve birbirini boğazlayacağını ve bu savaşta 100 kişiden 99’unun öleceğini ve bu savaşa asla katılmamak gerektiğini peygamberimiz (s.a.s) bize bildirmiş.
Peygamber efendimizin savaşı yasaklayan çok sayıda hadisleri var. Ancak bu hadislerden özellikle bu savaşa katılmayın diye uyardığı en vurgulu hadislerden bir tanesidir Fırat Nehri uyarısı. Peygamberimizin Arap yarımadasında huzuru ve sükûnu temin etmek, barışı ve güveni sağlamak için yaptığı savaşlar, belirli bir hukuk çerçevesinde olmuştur. O’nun savaşta bizzat öldürdüğü hiç kimse yoktur. O bir barış elçisidir. Şefkat ve merhamet timsalidir. Vah yedilen ayetlerde vurgulanan “barışın hayır olduğu’dur.
Torunları Hasan ve Hüseyin doğduklarında Hz. Ali efendimiz oğlu Hasan ve Hüseyin’e bir rivayette Muhassin’e “Harb” yani “savaş” ismini vermek istedikleri hâlde o isimlerin yerine Hasan ve Hüseyin isimlerini bizzat kendi koymuş konan “Harp” ismini değiştirmiştir. “Hasen” İyi olandır yakışıklı olandır. Güzel olandır, sevimli olandır. Hüseyin ismi de benzer manalar taşımaktadır. Bazı rivayetlerde 3. Torununa da “Muhassin” ismini vermiştir. İyi erdemli faziletli manasınadır. Efendimiz, oğluna ‘Harb’ adını veren Ali’ye “onun adı Muhassin’dir” diyerek Harp isminin verilmesini engellemiştir. Ve ardından “Ben oğullarıma Hz. Harun’un çocuklarına verdiği ismi koydum buyurmuştur. Harun (a.s) çocuklarına aynı kökten gelen, içinde “müjde, müjdeleyici vb. sevinç” manaları ifade eden “Şebir, Şebbir, Müşebbir” isimlerini koymuştu. Buradan da anlaşıldığı üzere tüm vahye dayalı dinler, bütünüyle barışı tesis etmek için gelmiştir. Daha sonra gelen insanlar, maalesef dinleri savaş aracı haline, savaş vesilesi haline getirmişlerdir.
Onun için Kur’ân-ı Kerim, Ehli kitaba ve tüm insanlara çağrıda bulunuyor ve şöyle ferman ediyor: “Ey iman eden insanlar topyekûn hepiniz topluca barışa girin. Barışın içine girin. Siz barıştan yana olun şeytanın adımlarını takip etmeyin. O muhakkak sizin için apaçık bir düşmandır.” (Bakara s. 2/208) diye insanları uyarmıştır.
Şeytanın adımları nedir diye soracak olursak; şeytan insanları yavaş yavaş kandırmaya başlar, önce insanların arasına ihtilaf tohumlarını atar, tartışmalar başlar, sonra çatışmalar, kini artırır, sonra geçmişi hatırlatır, sana dedelerine bunlar böyle yaptı, diye insanlara savaşı hatırlatır. İnsanlar arasında öfkenin kinin nefretin yayılması için mücadele eder. Adım adım insanları savaşa doğru sürükler. Savaştan bir şey beklemeyin. Karşılığında hazineler, altından dağlar da olsa savaşa meyletmeyin diye ikaz eder. Efendimiz. (s.a.s.) “asla savaşı temenni edenler olmayın. Ancak size saldırırlarsa sabredin. Sizin vatanınıza saldırırlarsa vatanınızı koruyun malınızı mülkünüz koruyun, ama siz, asla savaşı isteyen ve savaşan taraf olmayın.”
Peygamber efendimiz Fırat nehri ile ilgili hadisinde şöyle burmaktadır: “La tequmu’s’saate hattâ yehsıra el-Furâtu an kenzin min zehebin” ya da “an cebelin min zehebin” şeklinde buyurulmuştur. Burada iki farklı rivayet var ilkinde “kıyamet kopmayacak, fırat nehrinin altından, altın hazineleri çıkmadıkça”… yada “ yakındır ki Fırat nehri’nin altından, altın bir dağ çıkar da insanlar onun etrafında “ben alırım ben elde ederim diye savaşa tutuşurlar”. Altından bir dağ ya da altından hazineler, dağ gibi hazineler çıkar, Fırat nehrinin suyunun çekilmesiyle birlikte. Arapça şülasi mücerred fiilinin “HA_Sİ_RA” kelimesinin manası, bir şeyin üzerindeki fazlalık nesnelerinin giderilerek oranın temizlenmesi anlamına gelir. Sanki nehirin suyu bir fazlalık gibi çekilir su çekildiği zaman sudan daha kıymetli bazı haineler orda Fırat nehrinin altında gözükür. İnsanlar onu hazine olarak telakki ederler burada müthiş dağ gibi bir altın var, çok kolay bir şekilde elde edebiliriz” düşüncesiyle –hadiste- tüm insanlar (en-Nâs ifadesi geçiyor) toplanırlar yani herhangi bir dini inanç ulvi bir maksat yoktur orda. Orda yalnızca zalimler vardır. Zorbalar vardır. Tabii bir de masum vatanının toprağını terk etmek zorunda kalan masum insanlar… ya da terk edememiş yine masum mağdur insanlar vardır. Bunlar da belki ister istemez kendilerini bu savaşlarda taraf olmak bir özne olmak zorunda hissederler. Olan zaten onların başına gelir, olan onlara olur. O savaşa katılan kim olursa olsun her taraftan insanlar ölür, öldürülür. 100 kişiden 99 u o savaşta ölür. Aman ha ben kurtulurum! Ben elde ederim! Kimse başaramadı! Ama bu savaşta ben, bu Fırat’ın etrafındaki topraklara hükmeder, Fırat’ın hazinelerinden ben istifade ederim! diye heveslenmeyin. Savaşa girmeyin, savaştan taraf olmayın! diye peygamber efendimiz uyarmış.
Fakat maalesef Peygamber Efendimiz’in bu uyarısına rağmen tarih boyunca Fırat’ın etrafında çok savaşlar olmuş, çok kanlar dökülmüştür. Birçok savaşlar gerçekleşmiş, bu savaşlardan insanları uzak tutmaya hiçbir güç ne yazık ki yetmemiş. Şimdi yeniden Fırat’ın etrafında bir savaş gündeme geldi. Bu savaşın gündeme gelmesiyle birlikte insanlar büyük bir heyecanla, din adamları işte şunu yapacağız bunu yapacağız diye konuşmaya başladılar. Başkasının çocuğunu savaşa gönderip onları medhü sena etmek bir din adamının yapması gereken bir şey değildir. Hakla hakikatin, doğru ile yanlışın birbirine karıştığı; savaşın, zenginlerin silah tüccarlarının siyasetçilerin işine yaradığı, büyük devletlerin birtakım aracı örgütler kurarak insanları ideolojilerle inançlarla aldatıp insanları genç insanları savaşa sevk ettiği, ne idüğü belirsiz insanların Dünyanın değişik yerlerinden para için bir araya gelip savaşması ve savaş esnasında diğer insanlara zulmetmesi asla tasvip edilecek şeyler değildir.
İslamiyet savaşa karşıdır diyoruz. Müslümanlık özünde savaşa karşıdır. Efendimiz (s.a.s) geçici bir müddet sınırlı bir süre savaşmıştır. Ve O, savaşın bir hukukunu koymuştur. Savaşın nasıl yapılacağını savaşta nelere dikkat edileceği konusunda savaş ahlâkını insanlara öğretmiştir. İnsanlar vatanlarını savunmak zorunda kaldıkları zaman nasıl savaşmalıdır. İnsanlara onu öğretmiştir. Onun öğrettiklerine baktığımızda Peygamber Efendimiz savaşlarda; başlarda masum insanların öldürülmesine, ağaçların kesilmesini, kadınların öldürülmesini yasaklamış. Mabetlerinde ibadet le meşgul rahip ve keşişlere dokunulmamasını emretmiştir. Sadece kendileriyle savaşanlarla savaşmayı emretmiştir. Peygamber Efendimiz savaşlarda masum insanların kalkan olarak kullanılmasını yasaklamıştır. Bugünkü manadaki savaş yani şehirlerin bombalandığı hastanelerin okulların evlerin yerle bir edildiği insanların insafsızca ve vicdansızca katledildiği savaşları asla ve asla tasvip etmemiş ve savaşlardan yana olmamıştır. Yine Kur’ânıkerim de Maide suresi 16. ayetinde Allah Hz. Muhammed(s.a.s)’i, insanlar barışın yollarını öğrensinler diye, selamet yollarına çıksınlar diye gönderdi. İnsanlara rahmet olsun İnsanların barışı içinde yaşamaları için gönderdi. O savaş için gelmemiştir. O kendine zulmedenlere Mekke döneminde bile sertlik göstermemiş, mukabelede bulunmamış sulh ve mülayemet yolunu seçmiştir. Fakat kaosun kargaşanın hâkim olduğu Medine de adaleti tesis etmek için mücadele etmiştir. Bu mücadelesinin her adımında peygamber efendimiz, barış imkânı varsa barışı tercih etmiş, barışı istemiş. Barışı desteklemiş. Ve asla harbi isteyen taraf olmayın buyurmuştur.
Bugün ise din değerlerinin kullanılarak insanların zayi edilmesi, insanların manevi duygularının savaşa yönlendirilerek bu duyguların istismar edilmesi ve genç insanların ölüsü üzerine o insanların cesetleri üzerinden kendi siyasi ikballerini inşa etmeye çalışan siyasetçilere alet olması bugün utanılacak bir şey iken; maalesef Müslüman din adamları savaş konusunda net tavır koymaları gerekirken, Hz. Peygamberin tavrına uygun bir şekilde bir durum ortaya koyamadıklarını görüyoruz. Savaş çığırtkanlığı yapmak din adamlığına ve din adamına yakışmaz. Savaşı teşvik etmek din adamına yakışmaz. Savaşan taraflarından falan taraf zalimdir, despot diyerek savaşı mubah kılma ve o insanlara yapılan eziyetleri o insanlara yapılan işkenceyi meşrulaştırmaya çalışma din adamlarına yakışmaz ama maalesef bunun kötü örnekleriyle karşılaşıyoruz.
Son söz olarak şunu diyebiliriz: Bugün Fırat havzasında büyük savaşlar çıkarmak, Savaşı kızıştırmak isteyenler var. Bu savaşlarla bir şey elde edilemeyeceğini, barış olmadan insanların bu coğrafyada huzur bulamayacağının bilinmesi gerekmektedir. Suriye de Fırat Bölgesi’nde eli kanlı bir rejim vardı. Kendi vatandaşlarına insan muamelesi yapmayan, mezhepleri farklı diye çoğunluk halkını sürmekten hatta onları hapishanelere doldurarak, işkence ederek, katletmekten çekinmeyen bir devlet vardı. Böyle bir devletin varlığının devam etmesi, sürekliliğini koruması mümkün değildir. Öyle de oldu. Bugün bu savaşı kızıştırmaya çalışanlar var. Bu savaşlarla bir şey elde edilemeyeceğini artık herkes bilmelidir. Barış olmadan insanların bu coğrafyada huzur bulmaları mümkün değildir.
Bu rejimin yıkılması ile sorun çözülmüş olmuyor. Kaldı ki yıkılan bu eli kanlı rejimi destekleyen yüzde 10-20 dolayında bir azınlık var. Bu kadar insan orada yaşamaya devam edecek. Bu insanlara nasıl muamale etmeyi düşünüyorsunuz. Savaşlar çıkararak bu problemleri çözemezsiniz. Çözüm özellikle insanların Fırat bölgesinde yaşayan insanların milletlerin çok kimlikli olduğu farklı etnik yapıların olduğu bölgelerde asla savaşla kalıcı bir barışı temin edemezsiniz. Onun için bu bölgelerde özellikle barışın inşa edilmesi için çaba sarf edilmesi gerekir. Ve dinimizin de savaştan değil barıştan yana olmayı emrettiğini sürekli hatırlatmak gerekmekte ve ona göre bölgede barış stratejileri geliştirmek ve uygulamak zorundayız. Barış esenlik dolu güzel günler dileklerimizle.
Fırat üzerine bir başka açıdan değerlendirmelerimize fırsat elverdikçe devam edeceğiz inşallah.