Aşk, “Mona Roza”sını Kaybetti
6 mins read

Aşk, “Mona Roza”sını Kaybetti

Doç. Dr. Vahap AKTAŞ

Aşk, insan ruhunun en derin kuyusu, en yüksek zirvesi. Bazen bir gülüşte başlar, bazen bir mısrada. Mona Roza, Sezai Karakoç’un kaleminden damlayan o eşsiz aşkın sembolü, bir neslin yüreğinde yankılanan mısralarla hayat buldu. Ama ya aşk, Mona Roza’sını kaybederse? Ya o mısralar, bir sabah sessizce solup giderse?

Mona Roza, sadece bir isim değil, bir hissiyat, bir ideal, bir ulaşılmazlığın zarif gölgesi. Sezai Karakoç, ona yazarken belki de hepimizin içindeki o erişilmez sevgiliyi resmetti. Ama modern çağın karmaşasında, aşkın bu saf hali, bu Mona Roza’sı, kayboldu sanki. Beton ormanlarda, ekranların soğuk ışıklarında, ruhsuz kalplerde, aceleyle atılan mesajlarda bir yerlerde yitip gitti.

Aşk, insan ruhunun en kadim şarkısı; bazen Dante’nin Beatrice’ine yazdığı ilahi bir komedya, bazen Leyla ile Mecnun’un çöldeki bitmeyen yürüyüşü. Sezai Karakoç’un Mona Roza’sı, bu evrensel melodinin Türkçedeki en zarif yankılarından biri. Peki o mısralar, o bakışlar, o muamma bir sabah sessizce solup giderse?

Dante, İlahi Komedya’da Beatrice’i bir sevgili olmanın ötesine taşır; o, ilahi aşkın rehberi, cennete uzanan bir ışıktır. Beatrice, Mona Roza gibi, bir idealin cisimleşmiş hali. Dante’nin ona duyduğu aşk, fiziksel bir yakınlıktan çok, ruhun arayışı. Ama ya Beatrice, Floransa’nın dar sokaklarında kaybolsaydı? Dante, onun peşinde cenneti değil, belki de sadece bir gölgeyi arardı. Modern çağda, aşkın bu ilahi boyutu, tıpkı Mona Roza gibi, ekranların soğukluğunda, anlık hissiyatların sığlığında yitip gidiyor.

Shakespeare’in Romeo ve Juliet’i aşkın trajik yüzünü resmeder. Juliet, Romeo’nun Mona Roza’sıdır; ulaşılmaz, ama bir o kadar yakın. Onların aşkı, aile kavgalarının gölgesinde yeşerir, fakat bir anlık yanlış anlaşılmayla solup gider. Günümüzde aşk, belki de Verona’nın balkonunda değil, bir algoritmanın önerdiği profillerde kayboluyor. Romeo’nun “Gözlerimle değil, kalbimle sevdim seni” sözü, sosyal medya filtrelerinin ardında yankılanamıyor. Mona Roza’nın kaybı, Juliet’in kaybına benziyor: Aşk, zamana ve mekâna hapsolduğunda, kendi büyüsünü yitiriyor.

Doğu edebiyatında aşk, bir çile yoludur. Fuzûlî’nin Leyla ile Mecnun’unda, Mecnun’un sevgilisi Leyla, bir bedenden çok bir idealdir. Mecnun, çöldeki yalnızlığında Leyla’yı ararken aslında kendini bulur. Mona Roza da Karakoç’un mısralarında böyle bir muammadır: “Mona Roza, siyah güller, ak güller…” Leyla gibi, o da bir sırdır; görülür, ama tam yakalanamaz. Ancak modern dünyada, Mecnun’un çöldeki sabrı yerini hızlı tüketime bıraktı. Aşk, bir çile olmaktan çıkıp bir “swipe” meselesine dönüştü. Leyla da Mona Roza gibi, bu hız çağında kayboldu.

Nizâmî’nin Hüsrev ü Şirin’inde ise Ferhat, Şirin için dağları deler, aşkı uğruna canını verir. Şirin, Mona Roza’nın bir başka yansımasıdır; ulaşılmaz, ama her fedakârlığa değer. Ferhat’ın dağları delmesi, sevginin emekle yoğrulduğunu gösterir. Oysa bugün, aşk emekten uzaklaştı; haz, hız ve egonun mahkûmu oldu. Mona Roza’nın kaybı, Şirin’in dağlarda yankılanan sesinin sönmesi gibi. Aşk, sabrını, anlamını ve derinliğini yitirdiğinde, geriye sadece bir gölge kalıyor.

Mona Roza, Dante’nin Beatrice’i, Shakespeare’in Juliet’i, Fuzûlî’nin Leyla’sı ya da Nizâmî’nin Şirin’i… Hepsi, aşkın birer sembolü. Ama bugünün dünyasında, bu semboller birer siluete dönüştü. Teknolojinin hızı, aşkı anlık bir hazza indirgedi. Jane Austen’ın Gurur ve Önyargı’sında Elizabeth Bennet ile Darcy’nin birbirine yazdığı mektuplar, aşkın sabırla inşa edildiği günleri hatırlatır. Oysa şimdi, mektupların yerini “aşk”tan yoksun tek cümlelik mesajlar aldı. Rûmî’nin “Aşk, aklın ötesindedir” sözü, algoritmaların gölgesinde unutuldu.

Peki, Mona Roza’yı nerede kaybettik? Belki de kendi içimizde. Aşk, bilinmezlikte güzeldir; tıpkı Binbir Gece Masallarında Şehrazat’ın her gece anlattığı hikâyeler gibi, her an yeni bir sır barındırır. Ama biz, her sırrı çözmeye, her duyguyu etiketlemeye o kadar alıştık ki, aşkın büyüsünü kendi ellerimizle yok ettik. Mona Roza, belki de bu yüzden kayboldu.

Yine de aşk ölmez; sadece şekil değiştirir. Dante, Beatrice’i cennette buldu; Mecnun, Leyla’da kendini. Sezai Karakoç’un mısraları hâlâ fısıldıyor: “Sana bir tepeden baktım azizim…”

Mona Roza, bir sokak köşesinde, bir şiir dizesinde, bir şarkının nakaratında yeniden belirebilir. Victor Hugo’nun Sefiller’inde Cosette ile Marius’un aşkı, savaşın gölgesinde bile filizlenmişti. Belki bizim Mona Roza’mız da kaosun ortasında bir tebessümde saklıdır.

Aşk, Mona Roza’sını kaybetmiş olabilir. Ama onu bulmak, bizim elimizde. Dante’nin kalemiyle, Fuzûlî’nin çilesiyle, Shakespeare’in tutkusuyla ve Karakoç’un mısralarıyla, yeniden bir tepeden bakabiliriz azizimize. Çünkü aşk, her çağda, her dilde, yeniden doğar.

Aşkı akıl ile tarif eden, tahrif eder ve zambaklar yine en ıssız yerlerde açar. Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Kaynak : https://www.turkishpost.net/vahap-aktas-yazdi-i-ask-mona-rozasini-kaybetti/#

Bir yanıt yazın