Zulmün Karanlık Mirası
5 mins read

Zulmün Karanlık Mirası

Doç. Dr. Vahap AKTAŞ

“Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak.” Bu dizeler, yalnızca bir şairin kaleminden dökülen sözler değil; insanlığın asırlık yaralarına, zincir seslerine, susturulmuş çığlıklarına bir ağıt.

Tarih, zulmün kanlı mürekkebiyle yazılmış sayfalarla dolu. Haccac’ın kılıcından Firavun’un kırbacına, Nemrut’un ateşinden Franco’nun toplu mezarlarına, Stalin’in sürgün trenlerinden, Pol Pot’un ölüm tarlalarına, Mussolini’nin faşist gölgesine dek, zalimler değişse de zulmün özü hep aynı kaldı: Hakikati boğma arzusu.

Ama unuttukları bir gerçek var: Hakikat ne zincire vurulur ne de susturulur.

İnsanlık tarihi, zalimlerin gölgesinde yoğruldu. Nemrut, tanrılık taslayarak İbrahim’in var olma ateşini söndürmeye çalıştı; lakin o ateş, asırlardır yanıyor. Firavun, Musa’nın özgürlük nidasını Nil’in sularında boğmak istedi, ama hürriyet, dalgaların üstünde yükseldi. Haccac-ı Zalim, Emevî’nin kılıcıyla Medine’yi kana buladı, vahyin hakikatlerini susturmak için minberleri zapt etti; oysa hakikat, onun zulmünü lanetle anıyor. Zalimler, tahtlarını kanla kurdu, ama tarih, onların tahtlarını devirenlerin destanını yazdı.

Orta Çağ’ın karanlığında, Engizisyon ’un ateşleri masumları yuttu. Krallar, derebeyler, ruhban sınıfı, hakikati zincirlerle bağlamaya çalıştı. Ama Dante’nin kalemi, cehennemin kapılarını araladı; Galileo’nun fısıltısı, evrenin sırlarını haykırdı. Zulüm, her çağda şekil değiştirdi: Bazen bir kralın fermanı, bazen bir papa’nın fetvası, bazen bir celladın kılıcı oldu.

Yirminci yüzyıl, zulmün endüstrileştiği bir çağdı. Mussolini, İtalya’yı faşizmin demir yumruğuyla ezdi; “Her şey devlet için, birey hiçbir şey” diyerek insanlığın gerçekliğini celladına teslim etti. Franco, İspanya’da kardeş kanı döktü; Guernica’nın çığlıkları, Picasso’nun fırçasında ölümsüzleşti. Stalin, “devrimin” gölgesinde milyonları sürgünlere, toplama kamplarına yolladı; insanların var olma mücadelelerini, Sibirya’nın buzullarında dondurmaya çalıştı. Hitler, insanlığın vicdanını gaz odalarında boğdu; ama vicdani zeka, Nürnberg’de zalimlerin yüzüne haykırıldı.

Pol Pot, Kamboçya’yı bir ölüm tarlasına çevirdi. “Sıfır Yılı” diyerek medeniyeti, kitapları, gözlük takanları bile yok etmeye kalktı. Mao’nun Kültür Devrimi, Çin’de düşünceyi katletti; milyonlar, “kızıl” bir yalan uğruna can verdi.

Bu tiranlar, hakikati susturmak için kitleleri manipüle etti, korkuyu bir silaha çevirdi. Ama tarih, onların yalanlarını bir bir deşifre etti. Hakikat, toplu mezarlardan, sansürlenmiş kitaplardan, susturulmuş şairlerden yükseldi.

Zulmün karşısında her zaman bir kalem, bir söz, bir türkü oldu. Ebu Zer’in Haccac’a kafa tutan nidası, Yunus’un “Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur” deyişi, hakikatin ilk kıvılcımlarıydı. Victor Hugo, sürgünde yazdığı Sefiller ile adaletsizliğin maskesini düşürdü. Orwell, 1984’te totaliterizmin ruhunu ifşa etti; “Büyük Birader”in gözleri, hâlâ modern çağın gözetim toplumlarını hatırlatıyor. Nazım Hikmet, zincirler içinde “Güneşi içenlerin türküsü”nü yazdı; Lorca, Franco’nun kurşunlarına inat, şiirleriyle yaşamaya devam etti.

Adaletsizlik, hakikati susturmak için her zaman bir bahane bulur, ama tarih, zalimlerin bahanelerini değil, mazlumların direnişini kaydeder. Dünya; Filistin’deki işgalden Myanmar’daki soykırıma, Ukrayna’daki savaş yıkımından Yemen’deki sessiz ölümlere, Mao’nun torunlarının Doğu Türkistan’da uyguladığı vahşete kadar zulmün yeni sahnelerini izliyor.

Zalimler, geçici zaferler kazanabilir. Haccac, kılıcıyla korku saldı; ama adı, “zalim” olarak anılıyor. Firavun, saraylarda hüküm sürdü; ama Musa’nın asası, onun tahtını devirdi. Nemrut’un ateşi söndü, Franco’nun mezarları açıldı, Stalin’in heykelleri yıkıldı. Pol Pot’un ölüm tarlaları, bugün utancın anıtları. Çünkü hakikat, zamanın ve mekânın ötesinde bir güçtür. O, bir şairin mısrasında, bir annenin feryadında, bir direnişçinin yumruğunda yeniden doğar.

Kafka, “Bir kafeste doğan kuş, uçmayı hastalık sanır,” demişti. Zulmün kafeslerinde doğanlar, özgürlüğü unutturulmuş kitleler, bazen susar. Ama tarih, susmaz. Hakikat, bir gün bir çatlaktan sızar, bir kıvılcımla tutuşur. Hakikat, susturulsa da nefes alır.

“Biz sussak, tarih susmayacak.” Bu, bir isyanın, bir umudun, bir yeminin sesidir. Haccac’tan Pol Pot’a, Firavun’dan Mussolini’ye, zalimler gelip geçti; ama hakikat, hep ayakta kaldı. Bizler, bu hakikatin taşıyıcılarıyız. Kalemlerimizle, seslerimizle, direnişimizle…

Zulmün karşısında susmamak, insan olmanın gereğidir. Çünkü tarih, zalimlerin yalanlarını değil, mazlumların çığlıklarını yazar.

Kaynak : https://www.turkishpost.net/vahap-aktas-yazdi-i-zulmun-karanlik-mirasi/#

Bir yanıt yazın