Maraş, Madımak Ve Başbağlar
10 mins read

Maraş, Madımak Ve Başbağlar

Doç. Dr. Vahap AKTAŞ

“Kan sıçratmayın sabahın seherine” diye uyarıyordu şair.

Türkiye’nin yakın tarihi, toplumsal barışı derinden sarsan ve kolektif hafızada iz bırakan trajik olaylarla doludur. Maraş Katliamı (1978), Madımak Katliamı (1993) ve Başbağlar Katliamı (1993), bu olayların en acı örneklerinden bazılarıdır. Bu olaylar, yalnızca can kayıplarıyla değil, aynı zamanda toplumsal kutuplaşma, kimlik çatışmaları ve devlet-toplum ilişkilerindeki yapısal sorunlarla da hatırlanır. Toplumsal yapımızın etnik, dinsel ve siyasi ayrışmaların kırılganlığını da gözler önüne sermiştir.

Tarihler 1978’in Aralık ayında, zemherinin arifesindeydi. Yakın tarihimizin en büyük kitlesel katliamlarından birisi yaşanıyordu Maraş’ta.

“Çiçek Sineması’na komünistler bomba attı” ile başlayan, iki solcu öğretmenin öldürülmesi ile devam eden ve sonrasında da komşunun komşuyu katlettiği bir insanlık dramına dönüşen bir katliamdan bahsediyoruz. Neden ve nasıl başladı, üzerine bugüne kadar birçok söz söylendi, söylenmeye de devam edilecek.

Kimine göre Sivas, Malatya ile başlayan ve ülkeyi darbe sürecine götüren planın son adımı, kimine göre ise sermayenin Alevi topluluğun elinde toplanmaya başlaması ile ortaya çıkan rahatsızlığın dışavurumu. Kimi Alevilere yönelik bir saldırı olarak tanımlarken, kimi de Alevi kimliği ile sınırlı olmayıp tüm muhalif olanlara yönelik bir saldırı olarak anlatıyor Maraş Katliamını.

Katliamın boyutunun vahameti her geçen günün ardından ortaya çıkan bilgilerle daha da netleşiyordu. Kenan Evren bile Maraş Katliamından “Ben böyle bir vahşet görmedim” diyerek bahsediyordu.

Aşık Mahsuni Şerif’in katliam ile ilgili kaleme aldığı “Maraş Dramı” türküsünü bilmeyenimiz yoktur. Aşık Mahsuni o türkünün mısralarında, “Güzel Maraş sana nazar mı değdi?” diye sorar. Nazardan öte şeyler yaşandı Maraş’ta Yürükselim mahallesinde.

Aynı türkünün sonunda Mahsuni, “utanıyom Maraşlıyım demeye” diyerek bitirir. Yitirilen canlar, yeri yurdu belli olmayan mezarlar, ne olduğu nasıl sonuçlandığı belli olmayan dosyalar.

15 yıl sonra Madımak Olayı,

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında gerçekleşen yakın tarihin utanç sayfası. Radikal “dinci” bir kalabalık, Madımak Oteli’ni ateşe vererek, çoğu Alevi olan 35 şairin, yazarın, müzisyenin ve iki otel çalışanının ölümüne sebep oldukları karanlık bir gün. Olay, Aziz Nesin’in Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabını desteklemesi nedeniyle dağıtılan provokatif bildirilerle başladı. “Şeytan Aziz!” ve “Yaşasın Şeriat!” sloganları atan kalabalık, saatlerce oteli kuşattı; güvenlik güçleri ise etkili bir müdahalede bulunmadı. Dava yıllarca sürdü ve birçok fail, zaman aşımı nedeniyle cezadan kurtuldu, bu da cezasızlık algısını güçlendirdi. Madımak, hoşgörüsüzlüğün ve devlet ihmalkârlığının sembolü haline geldi.

Bu olay, 1990’ların başında yükselen radikal “dinci” hareketlerin, Alevi kimliğine yönelik ötekileştirici söylemlerin ve devlet kurumlarının yetersiz müdahalesinin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Katliam, Alevi toplumunda derin bir travma yaratmış ve devlet-toplum güven ilişkisini zedelemiştir.

Madımak’ta hayatını kaybeden şair Metin Altıok’un dizeleri, sanki felaketi öngörmüşçesine derin bir varoluşsal ağırlık taşır: “Bütün derinlikler sığ / sözcüklerin hepsi iğreti / değişen bir şey yok hiç / ölüm hariç.” Bu mısralar, sadece yas tutmaz, aynı zamanda can veren “Can”ların seslerini canlı tutarak unutulmaya karşı direnir.

Ve Başbağlar,

Madımak’tan yalnızca üç gün sonra, Erzincan’ın Başbağlar köyünde 33 sivil, PKK tarafından öldürüldü ve köy yakıldı. Katliamın, Madımak olaylarına misilleme olarak yapıldığı iddia edilmiş, bu iddia uzun süre tartışılmış ve ülke gündemini meşgıl etmişti. Başbağlar, Sünni bir köy olması nedeniyle, olaylar mezhepsel bir çatışma çerçevesine oturtulmaya çalışılmış, ancak daha geniş bağlamda PKK’nın o dönemde yoğunlaşan silahlı eylemlerinin bir parçası olarak görülmüştür. Olay, “derin devlet” manipülasyonları ve toplumsal kutuplaşmayı artırma girişimleri şüphesiyle de uzun süre ülke gündeminde kendine yer bulmuştur. Başbağlar, Kürt-Türk çatışmasının yoğun olduğu bir dönemde etnik ve siyasi gerilimleri körüklemiş, topluluklar arasındaki güveni zedelemiştir.

Bu üç olayın ortak noktası, Türkiye’nin kimlik politikaları, mezhepsel gerilimler ve devlet-toplum ilişkilerindeki kırılganlıkları yansıtmasıdır. Soğuk Savaş’ın ideolojik kutuplaşmaları, 1980 darbesi sonrası yükselen milliyetçi ve radikal “dinci” akımlar, Alevi-Sünni gerilimleri ve Kürt meselesi, bu olayların tarihsel zeminini oluşturmuştur.

Bu olaylar kimlik temelli çatışmaların ve ötekileştirici söylemlerin toplumsal barışı nasıl tehdit edebileceğini göstermektedir. Maraş ve Madımak, Alevi toplumunun tarih boyunca karşılaştığı ayrımcılığın ve sistematik ötekileştirmenin birer yansıması olmuştur. Alevilere yönelik önyargılar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte resmî ideoloji tarafından zaman zaman görmezden gelinmiş veya pekiştirilmiştir. Bu durum, Alevi toplumunda güvensizlik ve dışlanmışlık hissini zamanla derinleştirmiştir.

Başbağlar ise, Kürt meselesinin ve PKK’nın silahlı mücadelesinin yarattığı kaotik ortamda, mezhepsel gerilimlerin manipüle edilmesiyle ilişkilendirilmiştir. Olayların ardındaki “misilleme” söylemi, toplumun farklı kesimlerini birbirine düşürme stratejisinin bir parçası olarak görülmüştür. Bu tür olaylar “şiddet sarmalı”nı beslemiş; bir grup üzerindeki şiddet, başka bir gruba yönelik şiddeti meşrulaştırma aracı olarak kullanılmıştır.

Toplumsal kutuplaşma, bu olayların hem nedeni hem de sonucudur. 1970’lerdeki sağ-sol çatışmaları, 1990’larda yükselen radikal “dinci” hareketler ve Kürt meselesi, farklı kimlik gruplarını “öteki” olarak kodlayan söylemleri güçlendirmiştir. Devlet kurumlarının bu gerilimleri yatıştırmak yerine, bazen pasif kalması veya taraflı davranması, toplumsal güveni zedelemiş ve adalet arayışını sekteye uğratmıştır.

Günümüz insan hakları, adalet ve toplumsal barış değerleri ışığında, bu olaylar birkaç temel noktada değerlendirilebilir:

Evrensel insan hakları ilkeleri, her bireyin din, mezhep, etnik köken veya ideoloji farkı gözetmeksizin eşit muamele görmesini gerektirir. Maraş ve Madımak’ta Alevilere, Başbağlar’da ise Sünni köylülere yönelik saldırılar, bu ilkeye aykırıdır. Günümüz perspektifinden, bu olaylar kimlik temelli ayrımcılığın ve nefret suçlarının en ağır örnekleri olarak görülmelidir. Devletlerin, bu tür olayları önlemek için tarafsız ve etkin bir şekilde hareket etmesi, insan haklarının temel bir gereğidir.

Her üç olayda da faillerin tam anlamıyla cezalandırılmaması, adalet duygusunu zedelemiştir. Örneğin, Madımak davasında birçok sanığın serbest bırakılması veya cezalarının hafifletilmesi, Alevi toplumunda derin bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Başbağlar davasında ise sadece iki kişinin cezalandırılması ve davanın “faili meçhul” olarak kapanması, benzer bir adaletsizlik algısı oluşturmuştur. Günümüz adalet anlayışında, şeffaf ve bağımsız yargı süreçleri, toplumsal barışın temel taşlarından biridir.

Evrensel insani değerler, farklı kimliklerin bir arada yaşamasını ve karşılıklı anlayışı teşvik eder. Maraş, Madımak ve Başbağlar, ülkemizde toplumsal barışın ne kadar kırılgan olduğunu göstermiştir. Toplumsal barış, ancak kimliklerin ötekileştirilmediği, nefret söyleminin engellendiği ve tarihle yüzleşme cesaretinin gösterildiği bir ortamda mümkün olabilir.

Bu olaylar, aynı zamanda kolektif hafızanın grup kimliklerini nasıl şekillendirdiğini ortaya koyuyor: Aleviler, Maraş ve Madımak’ı bir zulüm sembolü olarak anarken, Başbağlar, Sünni Türkler arasında mağduriyet anlatısını güçlendirmiştir.

Maraş Katliamı, Madımak Olayı ve Başbağlar Faciası, yalnızca bağımsız olaylar değil, Türkiye’nin çeşitlilik ve adaletle mücadelesinin birer yansımasıdır. Kapsayıcı politikalar ve güçlü kurumlar olmadan toplumsal uyumun sağlanamayacağı açıktır. Tarihsel olarak, bu olaylar yüzleşme ve hakikat arayışını gerektirir.

Ölüm değişmeyen tek gerçek olsa da hafıza ve adaletle yaşayanlar yitip gidenlerin mirasını yaşatarak daha adil bir geleceğin yolunu aydınlatabilirler.

İnsan haklarına saygı, adaletin sağlanması ve farklı kimliklerin bir arada yaşama iradesi, sağlıklı bir toplumun temel taşlarıdır. Türkiye, bu acı olaylarla veya buna benzer olaylar ile yüzleşerek, failleri adil bir şekilde yargılayarak ve toplumsal uzlaşmayı teşvik ederek bu yaraları sarabilir. Ancak bu şekilde, Madımak’ın alevleri, Maraş’ın çığlıkları ve Başbağlar’ın acıları, geleceğe umut taşıyan birer ders haline gelebilir.

Bir daha bu acıların yaşanmaması dilek ve çabasıyla.

Yitip giden “Can”lara rahmet ve dua, tüm sorumlulara ah ile.

Kaynak : https://www.turkishpost.net/vahap-aktas-yazdi-i-maras-madimak-ve-basbaglar/#

Bir yanıt yazın