
GÜÇLER AYRILIĞI MANTIĞININ PARTİ YAPISINA YANSIMASI : PLANLAMA VE İCRA
Tamer ESEN
Planlama ve icra, yönetim biliminin iki temel fonksiyonudur. Planlama; geleceğe dönük amaçların belirlenmesi, stratejik hedeflerin tanımlanması ve bu hedeflere ulaşmak için gerekli yol haritalarının oluşturulmasını ifade eder. İcra ise bu planların hayata geçirilmesi, sahadaki uygulamaların yürütülmesi ve hedeflere ulaşılmasının sağlanmasıdır. İlk bakışta bu iki işlevin aynı elde toplanması, karar alma süreçlerini hızlandıran bir unsur gibi görülebilir. Ne var ki, uzun vadede bu birleşmenin tarafsızlık, hesap verilebilirlik ve şeffaflık açısından önemli sorunlara yol açtığı görülmektedir. Bunun yanı sıra, planlama uzun vadeli analitik düşünce isterken, icra günlük pratik çözümler üretmeyi zorunlu kılar. Aynı kişinin bu iki işlevi üstlenmesi, aşırı görev yoğunluğu doğurur ve her iki işlevin de verimliliğini düşürür. Planlamanın stratejik doğası ile icranın kısa vadeli baskılara açık yapısı tek elde birleştiğinde, karar alma süreçleri yozlaşma riskiyle karşı karşıya kalır.
Planlama ile icranın aynı elde toplanmasının bazı avantajları vardır;
- Kararların daha hızlı alınmasını sağlar,
- Plan ile uygulama arasındaki kopukluğu azaltır,
- Bürokratik engelleri ortadan kaldırabilir.
Ancak bu faydalar kısa vadelidir ve uzun vadede doğan sakıncaları gölgelemeye yetmez. Planı hazırlayan kişinin aynı zamanda uygulamadan sorumlu olması;
- Tarafsızlığı zedeler,
- Hatalar objektif biçimde tespit edilemez,
- Başarısızlıklar örtbas edilebilir veya dış sebeplere bağlanabilir,
- Denetim mekanizması işlevsiz hâle gelir,
- Planlama süreci doğası gereği farklı bakış açılarını ve alternatifleri değerlendirmeyi gerektirirken, tek elde toplandığında bu çeşitlilik ortadan kalkar ve kurumsal körlük oluşur.
Montesquieu’nun güçler ayrılığı ilkesi, bu noktada önemli bir referans oluşturmaktadır. Montesquieu, yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin tek elde toplanmasının keyfî yönetim ve otoriterliğe yol açacağını savunmuştur. Modern demokrasilerde yasama ve yürütmenin farklı organlara verilmesi, planlama ile icranın ayrılığına dayanan bu anlayışın devlet düzeyindeki en somut örneğidir. Yasama kural koyarken, yürütme bu kuralları uygulamaktadır; böylece karşılıklı denetim sağlanmakta ve güçlerin yozlaşmaya açık birleşimi engellenmektedir.
Aynı mantık siyasi partiler açısından da geçerlidir. Partinin uzun vadeli stratejilerini belirleyen organ olan MKYK, planlama işlevini üstlenmelidir. İcra görevini ise milletvekilleri, il ve ilçe başkanları, belediye başkanları ve teşkilatlar yerine getirmelidir. İcracı makamların sürekli halkla, çıkar gruplarıyla ve günlük taleplerle iç içe olmaları en kritik risklerden biridir. Bu durum onları daha görünür kılar ama aynı zamanda daha kırılgan ve baskıya açık hâle getirir. Halkın günlük ihtiyaçları, seçim kaygıları, çeşitli çıkar çevrelerinin istekleri… Tüm bunlar icracıları kısa vadeli hesaplara yönlendirebilir. Eğer aynı kişi hem planlamada hem de icrada bulunursa, uzun vadeli hedefler bu kısa vadeli çıkarların gölgesinde kaybolur. Böylece hem tarafsızlık zarar görür hem de yozlaşma ihtimali artar. Böyle bir durumda, kurumsal istikrar ve tarafsızlık zedelenirken, çıkar ilişkileri yönetim süreçlerine nüfuz eder.
Sonuç olarak, planlama ile icranın ayrılığı hem devlet düzeninde hem de parti yapılarında temel bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. İcracı makamların planlama organlarında yer alması, tarafsızlığı ve uzun vadeli vizyonu zedelerken, yozlaşma riskini de artırmaktadır. Bu nedenle icra görevini üstlenecek kişilerin planlama organlarından ayrılması ve bu ilkenin tüzüklerde güvence altına alınması, modern yönetim anlayışının olmazsa olmaz bir şartıdır. Partilerin tüzüklerinde bu ayrımın açıkça ifade edilmesi, yalnızca kurumsal şeffaflık için değil, aynı zamanda demokrasi kültürünün gelişmesi için de önemlidir. Bu durum yalnızca bir etik tercih değil, tüzüklerde yazılı bir kural hâline getirilmelidir.