Vekâlet krizi: Demokrasinin kalbinde yatan gerilim
8 mins read

Vekâlet krizi: Demokrasinin kalbinde yatan gerilim

Doç. Dr. Vahap AKTAŞ

Demokrasi, halkın iradesinin egemen olduğu bir sistem olarak doğar; ancak bu irade, vekâlet mekanizmasıyla yani temsilciler aracılığıyla hayata geçirilir. Ne var ki, vekâlet, demokrasinin en derin krizlerinden birini barındırır: Çoğunluğun sesi, azınlığın susturulmasına dönüşebilir.

Seçim sandıklarında %49’a karşı %51’in zaferi, zafer değil, bir tür mutlaklaşma tuzağına dönüşürse, sistemin temeli sarsılır. Gerçek demokrasi, tam tersine, %99’a karşı %1’in bile haklarını, hukukunu ve onurunu koruyan bir model olmalıdır. Bu, sadece bir ideal değil, insanlık tarihinin en zorlu mücadelesidir. John Stuart Mill’in “çoğunluğun zulmü” uyarısını hatırlayalım: Demokrasi, çoğunluğun tiranlığına karşı azınlığın kalkanıdır. Vekalet, Türk demokrasisinin en önemli krizlerinden biri. %49’a karşı %51’i mutlaklaştıran değil, %99’a karşı %1’inde hak hukukunu koruyan bir modeli öncelemeli.

Bu teklif, sadece bir temenni değil, toplumsal barışın temel taşıdır. Bu kriz, vekâletin doğasından kaynaklanır. Halk, temsilcilerine vekâlet verir; ama o vekâlet, çoğunluğun oyuyla sınırlı kalırsa, azınlıkların sesi boğulur.

***

Tarih, bu tuzağın örnekleriyle doludur: Kölelik yanlısı yasalar, etnik ayrımcılık veya dini baskılar, hep çoğunluğun “halk iradesi” kisvesi altında meşrulaştırılmıştır. Oysa demokrasinin ikiz sütunu çoğunluk kuralı ve azınlık hakları birbirini tamamlar.

Çoğunluk hükmeder, ama anayasal sınırlarla; azınlık korunur, ki bu da çoğunluğun meşruiyetini güçlendirir. Thomas Jefferson’un dediği gibi: “Çoğunluğun iradesi her zaman hâkim olmalı, ama bu irade makul olmalı; azınlığın eşit hakları, eşit yasa tarafından korunmalıdır.” Bu dengeyi toplumsal yok oluşun eşiğinde bir uyarı olarak ele almak gerekiyor:

Bir toplum nasıl yok olur?

Önce yasaları ihlal edenleri ödüllendirirsin, toplumun ahlakı bozulur; ahlak bozulunca insanlar emeksiz kazanmak ister ve cahillik yükselir. Cahiller çoğunluk olunca önce aydınları yer sonra birbirlerini yerler. Toplum yok olur.

***
İşte vekâlet krizi de tam burada devreye girer: Çoğunluğun cahilce mutlaklaşması, hukukun çöküşünü hızlandırır. Bu çöküşün önüne geçmek için alınan tedbirler umut vericidir. Birincisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin anayasal mirasıdır. ABD Anayasası’nın Ek Haklar Bildirgesi (Bill of Rights) ve 13., 14. ve 15. Değişiklikleri, azınlık haklarını çoğunluğun tiranlığına karşı kale gibi korur. 14. Değişiklik, “yasalar önünde eşit koruma”yı garanti eder; bu, siyah Amerikalıların oy hakkını ve eşitliğini sağlayan bir kalkandır. Brown v. Board of Education davası (1954), okullardaki ırk ayrımcılığını iptal ederek, çoğunluğun “yerel gelenek” dayatmasını boşa çıkardı. ABD’de yargı bağımsızlığı checks and balances sistemi azınlık haklarını %51’in ötesinde korur; bir yasa azınlığa zarar verirse, Yüksek Mahkeme devreye girer. Bu model, vekâletin krizini anayasal denetimle aşar: Halk iradesi hükmeder, ama temel haklar dokunulmazdır. Güvenilir, tarafsız, bağımsız yargı ve evrensel hukukun işleyişi sadece adalet hissi için değil; ekonomi için, toplumsal huzur için aldığımız hava, içtiğimiz su kadar zorunlu.”

Avrupa’da ise Çek Cumhuriyeti’nin 1992 Anayasası, bu dengeyi net bir şekilde formüle eder.Şöyle der: “Siyasi kararlar, özgür oylarla ifade edilen çoğunluğun iradesinden doğar; ancak çoğunluğun kararları, azınlıkların korunmasını gözetmelidir.”

Bu, post-komünist bir demokraside azınlık etnik grupların (Romanlar veya Almanlar) kültürel ve dil haklarını koruyan bir taahhüttür. Çekya, Avrupa Birliği standartlarında, azınlıkların eğitim ve medya erişimini garanti altına alır; bu, vekâletin %99’a karşı %1’i ezmemesi için somut bir mekanizmadır. Benzer şekilde, Kanada’nın federal yapısı, Quebec’in Fransızca konuşan azınlığını korur. 1982 Anayasası (Charter of Rights and Freedoms), bireysel hakları ve kültürel özerkliği önceler; örneğin, yerli halkların toprak hakları, çoğunluğun ekonomik baskısına karşı korunur. Kanada Demokrasi Endeksi’nde zirvede yer alır, çünkü vekâlet, federalizmle dengelenir. Eyaletler, ulusal çoğunluğun tiranlığına karşı tampon olur. Toplumların bir arada yaşayabilmesinin tek mümkünü; insan haklarına dayalı, hukuk temelli, özgür ve gönüllü birliktelikler. Yoksa ne etnik ne de dini birliktelikler beraber yaşamaya yönelik değer üretmiyor.

İskandinav ülkeleri de bu modelin parlak yıldızlarıdır. Norveç, 2022 Demokrasi Endeksi’nde 9.81 puanla zirvede; burada azınlık hakları, insan hakları çerçevesinde mutlaklaşır. Sami yerlilerinin kültürel özerkliği, Parlamento’da özel koltuklarla korunur %1’lik bir grup, ulusal politikaları etkileyebilir. İsveç ise, göçmen azınlıkların entegrasyonunu, zorunlu eğitim ve anti-ayrımcılık yasalarıyla sağlar; vekâlet krizi, konsensüs odaklı siyasetle aşılır. Bu ülkelerde, çoğunluk kuralı, azınlıkların özgür ifadesine ve eşit katılımına tabidir.

***

Toplumsal barış arayışında, adalet ve özgürlük taleplerinde, aslında hepimiz Da Vinci’nin şeytanlarıyla boğuşuyoruz: Korku, önyargı, bağnazlık ve en kötüsü, kendi gerçeğimizle yüzleşmekten kaçınma.

Bu şeytanlar, vekâletin krizini besler; ama hukuk, onları yenmenin anahtarıdır. Peki, Türkiye için bu ne anlama geliyor? Vekâlet krizimiz, seçim zaferlerini mutlaklaştırmakla derinleşiyor; oysa %99’a karşı %1’in sesi etnik, dini veya ideolojik azınlıklar korunmazsa, demokrasi erozyona uğruyor. Çözüm, anayasal reformlarda: Yargı bağımsızlığı, oransal temsil ve temel hakların dokunulmazlığı. Dünyadan ilham alalım: ABD’nin anayasal kalkanı, Çekya’nın açık taahhüdü veya Norveç’in kapsayıcılığı gibi modeller, vekâleti krizden çıkarıp güce dönüştürebilir.

Bizi ileriye götürecek olan liderler değil, ilkelerdir. Bu ilkeler; evrensel insan hakları, demokrasi, adalet, şeffaflık, denetlenebilirlik, beraber yaşama kültürü, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, çocuk ve kadın haklarıdır…

Cumhuriyet’in en değerli amacı halkın iradesi ve idaresidir. En kıymetli derdimiz, bu idarenin güçlü bir katılımcı demokrasiyle ve elbette hukuk eliyle işlemesini temin ve tesisidir. İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.

Demokrasi, %51’in zaferi değil, %1’in güvencesidir. Vekâlet, bu dengeyi kurmak için bir araç olmalı; yoksa tiranlığa dönüşür. Demokrasi, çoğunluğun yasası değil, azınlığın korunmasıdır.

Yüzyıllık cumhuriyet ve demokrasi tecrübemize rağmen hala adalet uygulanmıyorsa, gayr-i meşruluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan, düşüncesini ifade eden insanlar acı çekiyorsa, vekalet makamındakilerin gerçekliği ne işe yarıyor peki?

Bir yanıt yazın