Ne Simeranya hülyası!!! Çokça hukuk, biraz tebessüm yeter
5 mins read

Ne Simeranya hülyası!!! Çokça hukuk, biraz tebessüm yeter

Doç. Dr. Vahap AKTAŞ

Peyami Safa’nın Yalnızız romanı, modern insanın manevî boşlukta savruluşunu, madde ile manâ arasındaki çatışmayı ve buhranın gölgesinde yalnızlaşan ruhları felsefi bir derinlikle resmeder.

Romanın hayali ülkesi Simeranya, bir ütopya gibi görünse de aslında insanın iç çelişkilerinin aynasıdır: Akıl ile duygu, gerçek ile hayal, varoluş ile yok oluş arasında sıkışmış bir insanlık. Safa, bu zıtlıklarla bize şunu söyler: Ne salt maddî çözümler ne de uçuk hülyalar; insanı, insanlığı feraha ulaştırmada yetersizdir.

Bu zıtlık, sadece bireyin değil, toplumun da ruhsal buhranını yansıtır: Madde ile manâ, akıl ile duygu, varlaşma ile yoklaşma arasında bir gelgit. Peki, bu gelgitte bir denge mümkün mü?

Simerenya gibi bir ütopya, çokça hukuk ve biraz tebessümle gerçeğe dönüşebilir mi?

Modern insan, manevî değerlerin erozyona uğradığı bir çağda, sorunlarına maddî çözümler ararken yalnızlaşıyor. Teknolojinin, konforun ve tüketimin vaadi, bir süreliğine huzur sunsa da içsel boşluğu doldurmakta cılız kalıyor. Safa’nın Simerenya’sı, bu boşluğa bir cevap gibi görünür: Herkesin eşit, adil ve mutlu olduğu bir düş ülkesi.

Ama bu ütopya, insanın kendiyle ve toplumla yüzleşmekten kaçışının da bir sembolüdür.

Benzer bir yalnızlık, dünya edebiyatında Albert Camus’un “Yabancı”sında Meursault’nun absürt dünyasında yankılanır. Meursault, manevî anlamdan yoksun bir dünyada duygusuzca sürüklenir. Ne hukuk ne de demokrasi onun varoluşsal boşluğuna çare olur. Ama Camus, bu boşlukta bile bir tebessüm arar: Meursault’nun son anlarında, evrenin kayıtsızlığına karşı dik duruşu, küçük bir insan zaferidir.

Gerçek dünyada ise hukuk, adaletin ve düzenin temeli olarak bu boşluğu doldurmaya çalışır. Hukuk, akıl ve mantığın somutlaşmış hali; ama o da tıpkı maddî çözümler gibi, ruhun özlemini tam anlamıyla gideremez. İşte burada, “biraz tebessüm” devreye girer. İnsan ruhunun manevî derinliğini hatırlatan, sıcak bir an, bir umut kırıntısı.

Hukuk, toplumun omurgasıdır; ama ruhsuz bir omurga, yalnızca bir iskelet olarak kalıyor. Simerenya’nın hayali, hukuk kurallarının soğukluğuna karşı bir isyan gibi okunabilir. Ancak, bu isyan, kaosa değil, dengeye yönelmelidir.

Çokça hukuk, adaleti ve eşitliği sağlama çabasıdır; ama bu çaba, insanî bir tebessümle yumuşatılmazsa, mekanik bir düzene hapsolur. Tebessüm, Safa’nın romanında eksik olan bir unsurdur belki de: İnsanların birbirine gülümsemesi, empati kurması, manevî bir bağ kurması. Simerenya, sadece kurallarla değil, bu bağlarla gerçeğe yaklaşabilir.

Yalnızız’ın zıtlıkları, varoluşsal bir soruyu işaret ediyor aslında: İnsan hem akla hem duyguya hem maddeye hem manâya muhtaç. Hukuk, akıl ve madde tarafını temsil eder; tebessüm ise duygu ve manâ tarafını.

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı da bu temaya dokunur. Düşünen ve sorgulayan insanın simgesi olan “Selim Işık”, modern dünyanın maddî dayatmaları ve manevî yoksunluğu arasında tutunamaz. Onun trajedisi, ne Simeranya gibi bir hülyaya sığınabilmesi ne de hukuk ve demokrasinin sağladığı bir toplumsal bağ bulabilmesidir. Ancak Atay, mizahı bir tebessüm olarak sunar; Selim’in absürt diyalogları, buhranın ağırlığını hafifletir.

Simerenya, madde ve mananın uyum içinde dans ettiği bir düş dünyası olabilir mi?

Belki de gerçek Simerenya, kusursuz bir ütopya değil, kusurlarıyla barışık, hukukla düzenlenmiş, tebessümle insanileşmiş bir toplumdur. Bugün, yalnızlığın ve buhranın gölgesinde, çokça hukuka ihtiyacımız var; ama biraz içten bir tebessüm, o hukuku anlamlı kılacak.

Simeranya gibi hülyalar, geçici bir teselli sunsa da kalıcı değil. Maddî çözümler, ruhu doyurmuyor. İnsan, ancak hukuk ve demokrasinin sağladığı adaletli bir zeminde, manevî değerlerini yeniden inşa edebilir. Ve belki de en önemlisi, bu yolda bir tebessüm: Atay’ın mizahı, Camus’nün absürt kahramanı, hatta Safa’nın Samim’inin küçük umut kırıntıları. Türk edebiyatından bir başka dokunuş, Sait Faik’in Son Kuşlar’ındaki naif insan hikâyeleridir. Sait Faik, sıradan insanların küçük sevinçlerinde, bir balıkçının gülüşünde o tebessümü bulur.

Ne Simeranya’nın hayali ne de maddî zenginlikler insanın yalnızlığına çare. Çokça hukuk, çokça demokrasi, adaletli ve huzurlu bir toplumun temelini atar. Ama ruhumuzu ısıtan, o küçük tebessümdür: Bir dost sohbeti, bir hikâyenin sıcaklığı, hayata tutunmanın inatçı neşesi.

Safa’nın, Atay’ın, Camus’un, Sait Faik’in satırları arasında bu gerçeği buluyoruz: İnsan, adaletle yükselir, gülümseyerek ayakta kalır.

Bir yanıt yazın