Olimpios’un çocukları, Hira’nın evlatları ve evrensel barış
5 mins read

Olimpios’un çocukları, Hira’nın evlatları ve evrensel barış

Doç. Dr. Vahap AKTAŞ

Cemil Meriç, “Bu Ülke”de şöyle der: “Olimpios’un çocukları Hira’nın evlatlarını kabullenmeyecek.”

Bu cümle, uzun yıllar bize bir kader gibi okutuldu, yıllarca zihinlerimizde bir duvar gibi durdu. Bir yanda Hellen-Roma mirasının, akılcı, estetik ve bireyci kültürünün tapıcılığıyla yoğrulmuş çocukları; öte yandan, çöldeki vahyin nuruyla, teslimiyet ve sosyal ethos(toplumsallaşma bilinci) ile şekillenmiş Hira’nın evlatları.

Aradaki uçurum, sadece tarih kitaplarında değil, sokaklarımızda, üniversitelerimizde, hatta sofralarımızda bile kendini hissettirdi. Meriç’in teşhisi acı, ama bir o kadar da keskin: Bu iki dünya birbirini anlamıyor, anlamak istemiyor, dolayısıyla kabullenmiyor.

Peki ya yanılıyorsak?

Arada aşılmaz bir uçurum varmış gibi. Meriç haklıydı; kabullenme kolay olmadı, olmuyor. Ama yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktığımız bu günlerde, tam da bu “kabullenmeme”nin artık bir anlamının olmadığını görüyoruz. Çünkü dünya artık ne Olimpios’un ne de Hira’nın tek başına kurtarabileceği kadar küçük ve kırılgan bir yer.

Peki ya bu kabullenmeme hali, tarihin bize miras bıraktığı bir körlükse, geleceğin bize sunduğu bir imkân değilse?

Bugün, dünyanın dört bir yanında aynı anda hem en büyük savaşları hem en umut verici diyalogları yaşıyoruz.

Gazze’de, Ukrayna’da, Kafkasya’da kan akarken; aynı anda İstanbul’da, Paris’te, Tokyo’da, New York’ta gençler bir araya gelip “ortak insanlık” üzerine konuşuyor. Bir tarafta Olimpios’un çocukları, yapay zekâyla, adalet arayışıyla, bireysel özgürlük talebiyle dolu; öte tarafta Hira’nın evlatları, topluluk bağıyla, kuantum fiziğiyle, manevi dirençle ayakta. Bu iki grup, ilk kez tarih boyunca bu kadar çok ortak acı ve ortak soruyla karşı karşıya.

Ortak acı: Yeryüzünün talan edilmesi, eşitsizlik, savaş, iklim krizi.

Gazze’de, Sudan’da, Myanmar’da, Ukrayna’da dökülen kan aynı renk. İklim krizini ne Yunan tragedyası tanıyor ne de sahabe hayatından örnekler. Yapay zekâ, biyoteknoloji, nükleer tehdit ne Sokrates’in diyalektiğiyle ne de İbn Arabî’nin vahdet-i vücuduyla tek başına çözülebilir.

İnsanlık, ilk kez tarih boyunca bu kadar ortak bir “yok oluş” tehdidiyle karşı karşıya. Ve tam da bu ortak tehlike, Meriç’in duvarını çatırdatmaya başladı. Olimpios’un çocukları artık sadece aklıyla değil, vicdanıyla da konuşuyor. Hira’nın evlatları artık sadece kalbiyle değil, aklıyla da düşünüyor.

Bir Alman fizikçi ile bir Endonezyalı kelam alimi, aynı konferansta iklim adaletini tartışabiliyor.

Bir Fransız feminist ile bir İranlı kadın hakları savunucusu, aynı platformda kadına şiddete karşı ortak manifesto yazabiliyor.

Bir İsrailli barış aktivisti ile bir Filistinli şair, aynı sahnede “insan” olmanın acısını paylaşabiliyor.

Bunlar istisna değil, artık yeni normalin habercileri.

Bu kesişim noktası, yüzyıllardır beklenen o “üçüncü yol”un filizlendiği yer olabilir.

Bir zamanlar Endülüs’te oldu bu.

Bağdat’ta, Sicilya’da, Toledo’da oldu.

Aristo’yu İbn Rüşd, Platon’u Farabî, Hipokrat’ı İbn Sina yeniden yorumladı.

Mevlânâ, Şems’le birlikte hem Dionisos’u hem Hızır’ı aynı sofrada ağırladı.

O dönemlerde kimse “kabullenmeme”yi marifet saymadı; aksine, farklı olanı anlamayı, zenginleşmenin şartı bildi.

O dönemlerde “kabullenme” değil, “tanışma” vardı. Tanışmak, zenginleştiriyordu. Bugün bize düşen, Meriç’in cümlesini bir lanet gibi değil, bir davet gibi okumaktır.

Evet, kolay kolay kabullenmeyeceğiz birbirimizi. Ama kabullenmek zorunda da değiliz.

Yeter ki birbirimizi tanımaya, anlamaya, dinlemeye, birlikte düşünmeye başlayalım.
Tanışmak, insanı dönüştürür. İcazetname değil, insanlık diploması lazım artık.
Ne Batı’nın ne Doğu’nun tek başına verebileceği bir diploma. İkisinin kesiştiği yerde yazılacak bir diploma.

Evet, çünkü artık “öteki” dediğimiz insanla aynı gemideyiz. Gemi batarsa ne Olimpios’un aklı ne Hira’nın nuru bizi kurtarır; ancak ikisinin birleştiği ortak irade kurtarabilir.

Cemil Meriç’in cümlesi bir kehanet değil, bir uyarıydı. Uyarıyı aldık.

Şimdi sıra, o cümleyi tersine çevirmekte: Olimpios’un çocukları ile Hira’nın evlatları, ancak birbirlerini tanıyarak, birlikte insan kalarak, evrensel barışı kurabilir. Bu, romantik bir hayal değil; hayatta kalmanın tek realist yoludur.

Bir yerde bir gencin, bir yandan Sophokles’in Antigone’sini okurken, bir yandan Mevlana’nın “Mesnevi” sini tahlil ediyor olması dünyaya güzel bir tebessüm sunacak.

İşte o an, Meriç’in hicranı biter, insanlığın yeni sabahı başlar. Olimpios’un çocukları ile Hira’nın evlatları, nihayet aynı gemide olduklarını fark ettiğinde, barış bir dilek değil, bir zorunluluk haline gelir.

O gün geldiğinde, Cemil Meriç gülümseyecek.

Çünkü en keskin teşhisleri koyan gözler, aynı zamanda en büyük umutların da kapısını aralar.

Bir yanıt yazın