Türkiye’de adaletin yeniden inşası: Adalet sadece mülkün mü temeli?
Doç. Dr. Vahap AKTAŞ
Adalet sadece mülkün, devletin temeli değil, aynı zamanda milletin beraber yaşamasının da harcı.
Hafta sonu Ankara Green Park’a davetliydim. Liberal Parti’nin “Türkiye’de Adaletin Yeniden İnşası” başlıklı paneline. Salon görkemliydi, daha güzel olanı salonun hak arayan aktivistlerle dolu olmasıydı.
Bu panel, sadece bir tartışma platformu değildi; aynı zamanda Türkiye’deki derin adalet krizine dair bir umut ışığıydı. Konuşmacılar arasında çok değerli bilim insanları, eski bakanlar, eski ve yeni milletvekilleri, insan hakları savunucuları, hukukçular, sosyal bilimciler, ekonomistler yer alıyordu.
Salon gökkuşağı gibiydi, rengârenk. Katılımcılar renk körüydü. Artık bu coğrafyada hangi renge mensubiyetin bir anlamı yoktu. KHK mağdurlarından yargı bağımsızlığı talep edenlere, ifade özgürlüğü için mücadele edenlerden toplumsal barış arayanlara kadar geniş bir yelpazede katılımcıyla doluydu.
Herkesin ortak sorusu aynıydı: Türkiye, gerçek bir hukuk devleti olabilir mi?
Adalet, bir toplumun temel taşıdır. Hukukun üstünlüğü olmadan ne demokrasi ayakta kalır ne de bireysel özgürlükler güvence altına alınır.
Ne yazık ki, Türkiye’de son yıllarda adalet sistemi derin bir güven kriziyle karşı karşıya. World Justice Project’in 2025 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre, Türkiye 143 ülke arasında 118. sıraya geriledi. Son on yılda tam 38 sıra kaybetmişiz. Bu düşüş, yargı bağımsızlığının zayıflaması, yüksek mahkeme kararlarının uygulanmaması ve cezaevlerindeki aşırı doluluk gibi sorunların bir yansıması.
Türkiye’de adalet sistemi, uzun yıllardır siyasi müdahalelerin gölgesinde. Yargının bağımsızlığı, Anayasa’nın 138. maddesinde açıkça güvence altına alınmış olsa da pratikte bu ilke sık sık ihlal ediliyor.
Human Rights Watch’un 2025 raporunda da vurgulandığı üzere, AİHM kararlarının yok sayılması ciddi hak ihlallerinin devamına yol açıyor. Anayasa krizi olarak nitelendirilen süreçler, çok partili demokrasiyi bile tehlikeye atıyor. Adaletin inşası, yalnızca yeni yasalarla değil, zihniyet değişikliğiyle mümkün.
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı, yürütmenin etkisi altında kalması, yargı kararlarının siyasi konjonktüre göre şekillenmesi gibi sorunlar, vatandaşın devlete olan güvenini erozyona uğratıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine verdiği binlerce karar, bu tabloyu somutlaştırıyor. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile on binlerce insan mağdur edildi; işlerinden edilenler, haksız yere damgalananlar, aileleri dağılanlar… Bu mağduriyetler, adaletin sadece cezalandırma aracı değil, aynı zamanda onarıcı bir mekanizma olması gerektiğini hatırlatıyor.
Peki, adaletin yeniden inşası mümkün mü?
Evet, mümkün. Hem de kararlı adımlarla hemen mümkün. Öncelikle, yargı reformu şart. Hâkim ve savcı atamalarında liyakat esas alınmalı, siyasi etkiden arındırılmış bir kurul yapısı oluşturulmalı. KHK mağdurlarının iade-i itibar süreci hızlandırılmalı, bağımsız komisyonlarla bireysel incelemeler yapılmalı. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve toplanma hakkı gibi temel haklar, kısıtlamalardan kurtulmalı.
Hukukun üstünlüğü endekslerinde alt sıralarda yer alan Türkiye, kuvvetler ayrılığını gerçek anlamda hayata geçirerek bu sıralamalarda yükselebilir.
Liberal Parti’nin düzenlediği bu panel, farklı görüşlerden insanları bir araya getirerek önemli bir örnek teşkil etti.
Adalet, tarafsız olmalı; zengin-fakir, iktidar-muhalefet ayrımı yapmamalı. Hukuk devleti olmak, sadece yasaları çoğaltmakla değil, bu yasaları adil ve bağımsız bir şekilde uygulamakla mümkün. Toplum olarak, geçmiş hatalarla yüzleşmeli, özür dileyebilmeli ve yaraları sarabilmeliyiz.
Hukuk devleti arzusu, talebi; büyük kocaman hukukçuların, Yunanlı düşünürlerin veya liberal filozofların fantezisi değildir. Özellikle de yaşadığımız bu çağda emek verenlerin alın teridir, onurdur, çocuklarının geleceğidir, hürriyettir, adil yargılanma hakkıdır.
Türkiye hukuk devleti olabilir ve olmalıdır. Bu, bir tercih meselesi değil, bir zorunluluktur. Salonlardaki o dolu sıralar, hak arayanların sesi yükseldikçe, bu zorunluluk gerçeğe dönüşecek.
Umut, adalet talebinde yatıyor; yeter ki bu talebi susturmayalım.
2026 bize merhaba diyor, biz hala hukuk devleti diye çığlık atıyoruz.
“Şüphesiz Allah, adaleti emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar” ilahi fermanını en az haftada bir duyan ama işitmeyen, vicdanı sarsılmayan sağır ve dilsizlere de veyl olsun…
