
15 Temmuz 2016: Türkiye’nin Reichstag Yangını
Dr. Arif YILMAZOĞLU
15 Temmuz 2016, hâlâ birçok yönü karanlıkta kalmış ve iktidar tarafından gizli tutulmuş olmakla birlikte, Türkiye için adeta bir Reichstag Yangını niteliği taşımaktadır. Bu tarih, totaliter bir rejime geçişin, özellikle de başkanlık sistemine yönelimin ilk ve kanlı adımıdır. Hukukun askıya alındığı, adaletin ayaklar altına alındığı, temel insan haklarının sistematik biçimde ihlal edildiği bir dönemin miladı olmuştur.
Söz konusu karanlık olayın hemen ardından, yalnızca üç saat içinde, 2.746 hâkim ve savcı hakkında gözaltı ve tutuklama kararı verilmesi, sürecin spontane değil, önceden planlanmış bir operasyon olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Askerî personelden önce, yargı mensuplarına yönelik uygulamaların başlatılması ise sürecin gerçek hedefinin adalet sistemini tasfiye etmek ve yeni rejimin önündeki engelleri kaldırmak olduğunu göstermiştir.
Bu olayda fail, fiilden önce belirlenmiş; amaç, demokratik değerlere ulaşmak değil, muhalifleri kamu kurumlarından uzaklaştırmak ve otoriter bir yapıyı tesis etmek olmuştur. Her türlü anti-demokratik girişimin karşısında olduğumuzu açıkça belirtmek isteriz. Ancak rejimin “gerçek benim söylediğimdir” dayatması, akıl ve mantık ölçütleriyle bağdaşmamaktadır. Uydurulmuş kahramanlık hikâyeleriyle, propaganda araçları marifetiyle topluma dayatılan anlatı, gerçeklerin çarpıtılması ve resmî raporların sümen altı edilmesi gibi açık gerçekleri dile getirmek, hakikate duyduğumuz saygının bir gereğidir.
15 Temmuz sonrası Türkiye, hukuk endekslerinde hızla gerilemiş; Roma hukukundan bu yana temel kabul gören “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi yok sayılmıştır. İnsanlar, fiillerinden değil, düşüncelerinden dolayı yargılanır hâle gelmiştir. Dönemin sorumluları, kurulan komisyonlar ve yargı mercilerinde hesap vermekten kaçırılmış; hükümet, kendisine darbe yapıldığını iddia ederken darbenin araştırılmasını engellemek için her türlü çabayı sarf etmiştir. Meclis’te verilen araştırma önergeleri, iktidar ve küçük ortağı tarafından reddedilmiştir.
Bu olay, iktidar çevrelerince “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelendirilmiş; devlet partileşmiş, parti ise devletleşmiştir. Liyakat yerini sadakate bırakmış, halk ise “iletişim” adı altında sürekli propaganda bombardımanına tutulmuştur. Yargı mensupları, yazılı hukuka değil dönemin siyasî iklimine göre hareket etmeye yönelmiştir.
15 Temmuz 2016, Türkiye’nin demokrasisine ve hukuk düzenine indirilmiş ağır bir darbedir. Bu olay, tüm yönleriyle aydınlatılmayı hâlâ beklemektedir. Demokrasi ve hukuk, vazgeçilmez temel ilkelerimizdir. Ne bireylerin ne de devleti yönetenlerin bu sınırların dışına çıkmaya hakkı vardır.