
Söylem ve Gerçek Arasında Sıkışan Eğitim Politikası
G. Bilal KALAYCIOĞLU
Milli Eğitim Bakanı’nın yakın zamanda yaptığı açıklamada, dershane öğretmenlerini
küçümseyip devlet okullarındaki öğretmenlerin daha başarılı olduğunu söylemesi,
eğitim tartışmalarında haklı tepkilere yol açtı. Bu sözler yalnızca bir meslek
grubuna haksızlık değil; Türkiye’de eğitim sisteminin tarihsel gerçeklerini görmezden gelen bir yaklaşımın da ifadesidir. Çünkü dershaneler keyfi bir tercih değil, eğitimdeki yapısal sorunların zorunlu bir sonucudur.
Dershanelerin Doğuşu ve Tarihsel Gelişimi
Türkiye’de dershane olgusu 1960’lı yıllarda üniversiteye giriş sınavlarının yaygınlaşmasıyla birlikte ortaya çıktı. İlk başta küçük çaplı birkaç kurumdan ibaret olan dershaneler, 1970’li ve 1980’li yıllarda hızla çoğaldı. Artan
nüfus, yükselen öğrenci sayısı ve devlet okullarındaki kalite farklılıkları, dershaneleri kısa sürede bir “zorunlu ihtiyaç” haline getirdi.
1990’lardan itibaren dershaneler yalnızca üniversite hazırlığında değil, ortaöğretimde de
kritik bir boşluğu doldurdu. Devletin sağlayamadığı bireysel destek, etüt ve sınav odaklı eğitim, dershanelerde karşılık buldu. Yani dershaneler, varlıklarıyla eğitimdeki temel açıkların aynası oldu.
Neden Dershane İhtiyacı Doğdu?
Eğitimde fırsat eşitsizliği, dershanelerin varlığını meşrulaştıran en büyük nedendir.
Anadolu’nun kırsalında okuyan bir öğrenci ile İstanbul’daki seçkin bir okulda eğitim gören öğrenci arasında büyük farklar vardır. Müfredat aynı olsa da imkânlar çok farklıdır. İşte bu uçurumları kapatmak isteyen öğrenciler ve aileler, mecburen dershanelere yönelmiştir.
Dolayısıyla dershaneleri kötülemek, aslında devlet okullarındaki yetersizlikleri inkâr
etmekten başka bir şey değildir.
Devlet Okullarının Gerçek Durumu
Yıllardır dile getirilen “devlet okulları güçlüdür” söylemi, sahada karşılığını bulmamaktadır. Okullar arasındaki kalite farkı kapanmak bir yana, daha da derinleşmiştir. Fiziki yetersizlikler, kalabalık sınıflar, düşük motivasyonlu öğretmenler ve donanım eksiklikleri, öğrencileri alternatif arayışlara itmektedir. İşte dershaneler bu boşluğun ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Özel Eğitim Sektörü ve Öğretmenlerin Durumu
Dershaneler ve özel okullar, yalnızca öğrencilere değil, öğretmenlere de bir istihdam alanı
açmıştır. Ancak burada ciddi bir sorun vardır: Özel kurumlarda çalışan öğretmenler, çoğu zaman devlet okullarındaki meslektaşlarından daha düşük maaşlarla ve güvencesiz şartlarda çalışmaktadır. İş güvencesinin olmaması, düşük ücretler ve sürekli iş değiştirme baskısı, bu öğretmenleri zor durumda bırakmaktadır. Buna rağmen bu insanlar, sınav odaklı yoğun tempoda büyük özveriyle çalışarak öğrencilere katkı sunmaktadır. Onları küçümsemek, hem emeğe hem de gerçeklere saygısızlıktır.
Söylem ve Davranış Arasındaki Çelişki
Milli Eğitim Bakanı’nın sözleri yalnızca dershaneleri hedef almakla kalmadı; aynı
zamanda kendi davranışıyla da çelişti. Devlet okullarının kalitesini öven bakan, kendi çocuğunu devlet okuluna değil özel okula göndermeyi tercih etmiştir. Bu, söylem ile gerçek arasındaki uçurumun en somut göstergesidir. Eğer devlet okulları gerçekten güçlü olsaydı, en üst düzey yöneticiler bile
çocuklarını özel okullara yönlendirme ihtiyacı hissetmezdi.
Çözüm Önerileri
Dershaneler bir sebep değil, bir sonuçtur. Onların varlığı, eğitimdeki eksikliklerin kanıtıdır. Çözüm, dershaneleri hedef almak değil; onları gereksiz hale getirecek güçlü bir devlet okulu sistemi inşa etmektir. Bunun için:
1.Eğitimde eşitlik sağlanmalı: Köy okulu ile büyükşehirdeki lise arasındaki kalite farkı kapatılmalıdır.
2.Öğretmen niteliği artırılmalı: Hizmet içi eğitim ve teşvik mekanizmalarıyla öğretmenlerin mesleki donanımı sürekli geliştirilmelidir.
3.Sınav sistemi yeniden düzenlenmeli: Ezberi ölçen sistem yerine düşünmeyi, üretmeyi ve analiz yeteneğini öne çıkaran bir model benimsenmelidir.
4.Okullar cazip hale getirilmeli: Devlet okullarında etüt, destek kursları, rehberlik ve kütüphane hizmetleri yaygın ve ücretsiz olmalıdır.
5.Özel sektör öğretmenleri korunmalı: Maaş, sigorta ve özlük haklarında iyileştirme yapılarak güvencesizlik ortadan kaldırılmalıdır.
Sonuç
Dershaneler, eğitim sistemimizin eksiklerini gözler önüne seren bir aynadır. O aynayı kırmaya çalışmak gerçeği değiştirmez. Gerçek çözüm, dershaneleri suçlamak değil; onları gereksiz hale getirecek nitelikli bir devlet okulu sistemi kurmaktır. Söylem ile gerçek arasındaki uçurum kapatılmadıkça, eğitim politikaları samimiyet testinden geçemeyecektir.
Bugün eğitimde reform iddiasında bulunmak isteyenler, dershaneleri hedef almak yerine
devlet okullarını güçlendirmeye yönelmelidir. Aksi halde her yeni bakan aynı hataları tekrar eder; sözle övülen bir sistemin, fiiliyatta özel okullara ve dershanelere mahkûm kaldığını görmekten kurtulamayız.
Çocuğunu özel okula gönderen bir bakanın, devlet okullarının başarısını savunması ikna
edici değildir. Eğitimde samimiyet, sözlerle değil, tercihlerle ölçülür. Eğer gerçek bir değişim isteniyorsa, yöneticiler önce kendi tercihlerinde örnek olmak zorundadır.