OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE KİMLİK SİYASETİ VE LİBERAL BİRLİK ARAYIŞI
G. Bilal KALAYCIOĞLU
GİRİŞ
Milliyetçilik, modern çağın en etkili ideolojilerinden biri olmasına rağmen, aynı zamanda en yıkıcı toplumsal sonuçlara yol açan düşünce akımlarından da biridir. 1789 Fransız İhtilali’nin ardından “ulus” kavramı, monarşik düzenlere karşı bir özgürlük ideali olarak doğmuştu. Fakat zaman içinde milliyetçilik, yalnızca siyasal bağımsızlık aracı olmaktan çıkıp “biz” ve “öteki” ayrımını keskinleştiren bir toplumsal kimlik inşasına dönüştü.
Bugün dünyada ve Türkiye’de, milliyetçiliğin birleştirici değil, parçalayıcı ve dışlayıcı etkileri giderek daha belirgin hale gelmektedir.
Milliyetçiliğin en dramatik sonuçları Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme döneminde görülmüştür. Çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü bir yapı olan Osmanlı Devleti, altı asır boyunca bu farklılıkları “millet sistemi”yle barış içinde bir arada tutmayı başarmıştı. Ancak Fransız İhtilali’nin etkisiyle yayılan milliyetçilik düşüncesi, bu yapının temellerini sarstı.
Balkanlardaki ayrılıkçı hareketler, Arap isyanları, Ermeni ve Kürt milliyetçiliği gibi gelişmeler, imparatorluğu adım adım dağıttı. Osmanlı’dan geriye yalnızca Türk etnisitesine dayalı bir çekirdek kaldı; bu çekirdek üzerine Cumhuriyet kuruldu.
Fakat Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte milliyetçilik bu kez başka bir biçim aldı. Osmanlı’nın çok kimlikli yapısının yerini, tek kimlikli bir ulus-devlet anlayışı aldı. Bu anlayış, Cumhuriyet’in modernleşme projesinde bir araç olarak görülse de, uzun vadede azınlıklar, Kürtler ve Aleviler gibi gruplar arasında kimlik temelli ayrışmaları yeniden üretti.
Milliyetçilik, Türkiye’de “vatanseverliğin” ön koşulu gibi algılanırken, milliyetçi olmayanların vatansever olmadığı düşüncesi toplumda kutuplaşma yarattı.
Bu makalede milliyetçiliğin; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, 2. Dünya Savaşı’ndaki ırkçı
ideolojilerden günümüz Türkiye’sine uzanan süreçte bu düşüncenin toplumsal, siyasal ve kültürel etkileri tartışılacaktır. Son bölümde ise, bu ayrışmayı aşmak için liberal, çoğulcu bir vatandaşlık anlayışı önerilecektir.
- OSMANLI DÖNEMİNDE MİLLİYETÇİLİĞİN PARÇALAYICI ETKİLERİ
Osmanlı İmparatorluğu’nun en belirgin özelliği, etnik çeşitlilik içinde birlik kurabilmiş olmasıydı. Devletin yönetim anlayışı “adalet” ve “millet sistemi” üzerine kuruluydu.
Rum, Ermeni, Yahudi gibi topluluklar kendi dini kurumları aracılığıyla hem ibadetlerini hem hukuk düzenlerini sürdürebiliyorlardı. Bu düzen, Avrupa’daki ulus-devletlerin homojenleştirici yapısına karşın, farklılıkların tanındığı bir siyasi model oluşturuyordu.
Ancak 18. yüzyılın sonlarından itibaren Batı’da yükselen milliyetçilik dalgası Osmanlı topraklarına ulaştı. Fransız İhtilali’nin getirdiği “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi, Balkanlardaki Hristiyan halklar arasında hızla yayıldı. 1821 Yunan İsyanı, ardından Sırp ve Bulgar ayaklanmaları imparatorluğu derinden sarstı.
Bu süreç, Osmanlı’nın merkezinde bir kimlik krizini doğurdu: “Devleti kim temsil ediyor, kimin devleti bu?”
Osmanlı yöneticileri, bu kriz karşısında Osmanlıcılık ideolojisini geliştirdiler; amaç, tüm tebaanın eşit vatandaş olarak ortak bir Osmanlı kimliği altında birleşmesiydi. Ancak Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı bu ideali imkânsız hale getirdi.
Arap topraklarında Arap milliyetçiliği, Anadolu’da Ermeni ve Kürt milliyetçilikleri,
imparatorluğun sonunu hızlandırdı.
Wilson İlkeleri’ndeki “hangi milletten daha çok varsa, o toprak onundur” maddesi, Anadolu’da azınlık cemiyetlerinin (Kürt Teali, Pontus, Taşnak) ayrılıkçı faaliyetlerini meşrulaştırdı.
Sonuçta Osmanlı, etnik kimliklerin çatıştığı bir alana dönüştü ve yıkıldı.
2. CUMHURİYET DÖNEMİNDE MİLLİYETÇİLİK VE KİMLİK İNŞASI
Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte Osmanlı’nın çok kimlikli yapısının yerine tek kimlikli bir ulus-devlet modeli geçti.
Mustafa Kemal Atatürk, milliyetçiliği “yurttaşlık temelli” bir kavram olarak tanımlamıştı:
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”
Bu tanım, etnik değil siyasi bir aidiyet olarak kurgulanmıştı.
Fakat ilerleyen yıllarda bu ilke giderek daraldı; “Türklük” tanımı etnik bir kimlik olarak algılanmaya başladı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan dil ve kültür politikaları, farklı kimliklerin görünürlüğünü sınırladı.
“Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları, “Andımız”, nüfus mübadelesi gibi uygulamalar; ulusal bir kimlik yaratmayı hedefliyordu, ancak aynı zamanda farklı kimliklerin bastırılmasına yol açtı.
Kürt isyanları (Şeyh Sait, Ağrı, Dersim) bu bastırılmanın bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
Cumhuriyet’in ilk döneminde milliyetçilik, modernleşmenin ideolojik taşıyıcısıydı. Ancak 1950’lerden itibaren demokratikleşme süreciyle birlikte kimlik talepleri yeniden görünür hale geldi.
1960’lar ve 70’lerde yükselen sol hareketlerle birlikte milliyetçilik de yeniden sertleşti. “Türk-İslam sentezi” adı altında etnik ve dini vurgular iç içe geçti.
Bu dönemde devletin ideolojik tutumu, homojenleştirici milliyetçilik üzerinden
biçimlendi.
3. 21. YÜZYILDA AŞIRI MİLLİYETÇİLİK: FAŞİZM VE NAZİZMİN DERSLERİ
Milliyetçiliğin parçalayıcı etkisi yalnızca Osmanlı veya Türkiye ile sınırlı değildir.
Avrupa’da 1920’ler ve 30’larda milliyetçilik, faşizm ve nasyonal sosyalizm (Nazizm) biçiminde aşırı uçlara evrildi.
İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, “ulusun üstünlüğü” fikrini ırk temelli bir ideolojiye dönüştürdü.
Bu ideolojiler, yalnızca farklı etnik grupları değil, insanlığın tamamını felakete sürükledi.
II. Dünya Savaşı sırasında 60 milyondan fazla insan öldü; yalnızca Yahudiler değil, Romanlar, Slavlar, eşcinseller ve engelliler de sistematik biçimde imha edildi.
Bu dönem, milliyetçiliğin “doğal” bir aidiyet değil, politik bir silah olduğunu gösterdi.
Ulusun kutsallaştırılması, bireyin haklarını yok eden otoriter rejimlere zemin hazırladı.
Bu tarihsel deneyim, milliyetçiliğin yalnızca özgürleştirici değil, aynı zamanda yıkıcı bir potansiyel taşıdığını kanıtladı.
4. 1980 SONRASI TÜRKİYE’DE MİLLİYETÇİLİK VE PKK TERÖRÜ
1980 darbesi sonrası Türkiye’de milliyetçilik, devlet ideolojisinin merkezine yerleşti.
Eğitim sistemi, medya ve siyaset; “tek bayrak, tek dil, tek millet” söylemiyle yeniden biçimlendirildi.
Bu dönemde yükselen Türk-İslam sentezi, milliyetçiliği dini bir çerçeveye oturttu.
Ancak aynı yıllarda Kürt kimliği üzerindeki baskılar, PKK terör örgütünün doğuşuna
zemin hazırladı.
PKK, 1984’ten itibaren etnik temelli silahlı mücadeleye girişti ve on binlerce insanın ölümüne yol açtı.
Böylece milliyetçilik, bir kez daha şiddet üreten bir kimlik çatışmasına dönüştü.
1990’lar boyunca devletin sert güvenlik politikaları, sorunu çözmek yerine derinleştirdi.
Milliyetçi siyaset, “ulusal güvenlik” gerekçesiyle her türlü farklılığı tehdit olarak gördü.
Bu yıllar aynı zamanda siyasi milliyetçiliğin kurumsallaştığı bir dönemdir: MHP gibi partiler, milliyetçiliği siyasal kimlik olarak benimsedi; diğer partiler de milliyetçi söylemi ödünç alarak toplumsal desteği korumaya çalıştı.
5. 21. YÜZYIL VE GÜNÜMÜZDE MİLLİYETÇİLİĞİN DÖNÜŞÜMÜ
Soğuk Savaş sonrası dünyada milliyetçilik yeniden yükselişe geçti.
Küreselleşmenin getirdiği kimlik belirsizliği, göç hareketleri ve ekonomik krizler; toplumları yeniden milliyetçi duygulara yöneltti.
ABD’de Trump dönemi, Avrupa’da Le Pen, Orban, Meloni gibi liderlerin yükselişi; “önce
biz” anlayışını güçlendirdi.
Yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve İslamofobi, modern milliyetçiliğin yeni maskeleri haline geldi.
Türkiye’de de benzer bir eğilim gözlenmektedir.
Suriyeli göçmenler, Kürt meselesi, laik-dindar ayrımı gibi konular, milliyetçi-popülist siyasetin başlıca araçları haline gelmiştir.
Milliyetçilik artık sadece “vatan sevgisi” değil, “öteki korkusu” üzerinden şekillenmektedir.
Bu durum, toplumsal barışı zedelemekte; farklı etnik, dini ve ideolojik grupları
karşı karşıya getirmektedir.
6. LİBERAL VE ÇOĞULCU BİR VATANDAŞLIK MODELİNE DOĞRU
Milliyetçiliğin parçalayarak kurduğu bu kimlik siyasetinden çıkış, ancak liberal ve çoğulcu bir vatandaşlık anlayışıyla mümkündür.
Liberalizm, bireyi etnik ya da dini kimliklerle değil, hak ve özgürlüklerle tanımlar.
Bir vatandaş, devlete sadakatini “etnik köken” üzerinden değil, “ortak hukuk” üzerinden kurar.
Bu anlayışta vatanseverlik, “bizim gibi olanları sevmek” değil; farklı olanın da haklarını savunmaktır.
Türkiye’de 1980’lerden itibaren güçlenen sivil toplum, insan hakları hareketleri ve demokratikleşme çabaları, bu liberal yönelimin zeminini oluşturmuştur.
“Terörsüz Türkiye” hedefi, ancak milliyetçiliğin değil, eşit yurttaşlığın temel alındığı bir siyasal kültürle mümkün olabilir.
Her bireyin diline, inancına, kimliğine saygı duyan; ama ortak bir vatandaşlık bilincinde birleşen bir toplum, milliyetçiliğin yıkıcı etkilerini aşabilir.
SONUÇ
Milliyetçilik, tarih boyunca hem özgürlük hem de yıkım üretmiştir.
Osmanlı’yı dağıtmış, Cumhuriyet’i şekillendirmiş, Türkiye’yi ise hâlâ tartıştırmaktadır.
Bugün artık görüyoruz ki milliyetçilik, homojen toplumlar yaratmak yerine farklılıkları bastırarak çatışma doğuruyor.
Bir ulusun gerçek gücü, tek tip yurttaşlardan değil, farklılıkların özgürce bir arada yaşayabildiği bir toplumdan gelir.
Bu nedenle geleceğin Türkiye’si, etnik kimliklere değil, ortak değerler ve özgürlük temelli bir vatandaşlık anlayışına dayanmalıdır.
Liberal bir devlet, farklılıkları tehdit değil, zenginlik olarak görebildiğinde, milliyetçiliğin yıkıcı döngüsü sona erecektir. 07/11/2025
📚
KAYNAKÇA
Anderson, Benedict. Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması. (Çev. İskender Savaşır). İstanbul: Metis Yayınları, 2006.
Karpat, Kemal H. Osmanlı’da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma. Ankara: İmge Kitabevi, 2002.
Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. (Çev. Yasemin Saner Gönen). İstanbul:
İletişim Yayınları, 2017.
Lewis, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğuşu. (Çev. Metin Kıratlı). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2004.
Hourani, Albert. Arap Halklarının Tarihi. (Çev. Y. Z. Çelikkol). İstanbul: İletişim Yayınları, 2008.
Hobsbawm, Eric J. Milletler ve Milliyetçilik. (Çev. Osman Akınhay). İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2000.
Gellner, Ernest. Uluslar ve Ulusçuluk. (Çev. Büşra Ersanlı, Günay Göksu Özdoğan). İstanbul: Hil Yayın, 1992.
Berlin, Isaiah. Milliyetçilik Üzerine. (Çev. Nejat Bozkurt). Ankara: Dost Kitabevi, 2005.
Arendt, Hannah. Totalitarizmin Kaynakları. (Çev. Bahadır Sina Şener). İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.
Fukuyama, Francis. Kimlik: Dignity and the Politics of Resentment. (Türkçe: Kimlik –
Saygı Talebi ve Öfke Siyaseti). İstanbul: Profil Yayıncılık, 2019.
