Liberalizm ve İslam
12 mins read

Liberalizm ve İslam

Zübeyir GÜLABİ

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Prof. Mustafa Erdoğan’ın dediği gibi “liberalizm bir
ideoloji değildir; o daha ziyade bir siyasi ilkeler manzumesidir. Dolayısıyla liberalizmin tüm
toplumsal alanı kapsayan normatif bir projesi yoktur. Zaten onun temel iddiası da, bu tür total
projelerin insanca var olma ve kendimizi gerçekleştirme potansiyelimizin önündeki en büyük
engeller oldukları yönündedir.” Liberalizm bir siyaset anlayışıdır.


Liberal siyaset teorisi bireyin haklarının üstünlüğü ve dokunulmazlığı üzerine kurulan
bir dünyayı önerir. Ana çerçevesi BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde çizilen
bireysel hakların uygulandığı bir siyasal düzen, liberal düşüncenin öngördüğü siyasi düzendir.
Liberal düşüncenin ekonomik anlayışı olan özel sektör vurgusu da bireyin özgürlük alanının
daraltılmaması amacıyladır. Yoksa sosyalist ve komünistlerin suçladığı gibi sermayenin
hakimiyetini bireyler üzerinde hakim kılarak bireyi özel sermayenin kölesi yapmak değildir.
Ya da ulusalcıların dediği gibi emperyalist devletlerin yerel ajanlığını yapmak ta değildir.


Liberal düşüncenin insanı birey olarak siyasetin temeline koyması, devleti de bu
bireysel hakları korumakla görevlendirme anlayışı sonunda anayasal devlet düşüncesi
gelişmiştir. Anayasal devlet ise, devlet adamlarının ve hükümetlerin devlet-vatandaş (halk)
ilişkisinde çok güçlü olan devletin (devleti idare hükümetin) kanunlarla sınırlanarak, çoğunluk
diktatörlüğünün kurulmasının engellenmesidir. Anayasal devlet düşüncesi, parlamenter
sistemi ve kuvvetler ayrılığını getirmiştir.


Parlamento (yasama organı), anayasaya uygun yasalar çıkararak hükümetin anayasal
sınırlar içinde kalmasını sağlayacaktır. Yargının bağımsız ve tarafsız olması ise kanun ve
mahkemeler önünde herkesin eşitliğini sağlamanın yoludur. Yasama, yargı ve yürütmenin
anayasal sınırlar içinde kalmasını sağlamak için de yürütme alanındaki idari işlemlerin
anayasal denetimi için Danıştay; hükümetin mali işlemlerinin kanunlara uygunluğunu kontrol
için Sayıştay; adli yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması ile yasamanın
anayasa dışına çıkmaması için de Anayasa Mahkemesi sistemi getirilmiştir.


Prof. Mustafa Erdoğan’a göre, “liberal eğilimli kimseler İslam’ın “liberal” bir yorumunun mümkün olduğunu duymaktan hoşnut olan ana grubu oluşturuyorlar. Çünkü liberaller böyle bir ihtimalin hem genel olarak “insanlık durumu” için bir kazanç olacağını düşünüyor, hem de özel olarak Müslüman Türkiye’de bunun özgürlükçü/çoğulcu bir sosyopolitik sistemin yerleşmesi şansını artıracağını düşünüyorlar… güçlü bir İslami liberalizm ortaya çıkmadığı sürece Orta Doğu’da (ve özel olarak da Türkiye’de) siyasi liberalizm
çabalarının başarıya ulaşabilmesi son derece zordur.”

İslam dünyasında ve Türkiye’de İslamcıların ve ulusalcıların liberal düşünceye karşı
yaklaşımları bilinmektedir. İslamcılar böyle düşünüyor ama gerçek öyle mi? İslam
düşüncesindeki adalet ve hak anlayışı ile liberal düşüncenin birey ve hukukun üstünlüğü
anlayışı arasındaki benzerliklere bakalım.


Adalet-i Mahza ve Adalet-i İzafiye Anlayışları


İslam düşünürlerinin iki türlü hak anlayışı vardır: Adalet-i Mahza ve Adalet-i
İzafiye
. Adalet-i mahza, “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi
umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır,
küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin (grubun)
selâmeti için bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez.” Bu görüş Maide
Suresi’nin beşinci ayetine dayandırılır: “Kim, bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat
çıkarmamış birini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur”. Bireyin hakkının
dokunulmaz olduğu, ‘toplumun çıkarı, ulusal çıkar, devlet menfaati ya da politikası için feda
edilemeyeceği’ ifade ediliyor. Liberal düşüncenin birey haklarına verdiği önem tam da burada
işaret edildiği gibidir. Adalet-i mahza anlayışı modern kavramlarla ifade edilince çoğulcu bir
anlayışa sahiptir.


“Adalet-i izafiye ise: Küllün (çoğunluğun) selâmeti için cüzü (azınlığı) feda eder.
Cemaat (topluluk) için ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenü’ş-şer (kötünün iyisi) diye bir nevi
adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik (uygulanabilir) ise
adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.” Adaleti-i izafiye, çoğunluğun menfaati için
azınlığı feda eder. Ehven-i şer diye bu yolu seçer. Fakat adalet-i mahza’yı uygulama imkânı
varken, adalet-i izafiye uygulanırsa bu zulüm olur. Adalet-i izafinin uygulanmasına sebep
olarak gösterilen tarihi olaylar sadece birer bahanedir. Bu bahanenin tercih edilmesi de
dönemin saltanat sahiplerinin menfaatleri yüzündendir. Adalet-i mahza çoğulcu bir anlayışa sahiptir.

Siyaset biliminin tarihsel düşünürlerine göre sınıflarsak, adalet-i mahza anlayışı
Aristotelesçi, adalet-i izafiye ise Platoncu bir anlayışı temsil eder. Adalet-i mahza kapsayıcı
bir adalet anlayışı iken, adalet-i izafiye otoriteryen bir adalet anlayışıdır. Adalet-i mahza
çoğulcu bir demokrasiye işaret ederken, adalet-i izafiye, varsayılan bir devlet çıkarını
korumayı esas alır. Adalet-i mahza, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” düşüncesinin temeli iken,
adalet-i izafiye vatandaşın devlete karşı görevleri olan bir devlet anlayışını öne çıkarır.

Said Nursi, bireyin önemini vurgularken, John Locke’dan bir alıntı yapar. Bu alıntı
Risale-i Nur camiası içinde çok meşhurdur: “Bir teknede dokuz masum bir cani varsa, o
teknenin batırılamayacağını herkes kabul eder” dedikten sonra, “bir teknede bir masum ve
dokuz cani varsa da batırılması hiçbir adalet anlayışına sığmaz” der. Bunun delili de “Hiçbir
günahkâr başkasının günahını yüklenmez…” (En’âm, 6/164) ayetidir.

İşte, İslam düşüncesindeki adalet-i mahza anlayışındaki birey, liberal düşüncedeki bireyin
aynısıdır. Hakları feda edilemez. Veda Hutbesi’nde Hz. Peygamber’in (asm) bahsettiği
dokunulmaz haklar da bu adalet anlayışının dile getirilmesidir. Veda Hutbesi’nde geçen ırz
kelimesini Mustafa Çağrıcı “manevi kişilik” olarak açıklar. Manevi kişilik ise insanın
onurunu da kapsayan bir kavramdır. Bu da İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18nci
maddesindeki “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya
inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını, tek başına veya topluca ve kamuya açık
veya özel olarak öğretme, uygulama, ibadet ve uyma yoluyla açıklama serbestliğini de
kapsar” din ve vicdan özgürlüğüne işaret eder.


Makasıd-üş Şeria ve Liberal İlkeler


İslam’da bir de “Makasıd-üş-Şeria” kavramı var. “hukuk düzeninin gayeleri” anlamına gelen
bu kavramla, hukuki ve kamusal düzenin öncelikleri öne çıkarılmaktadır. İslam âlimleri
hukuk sisteminin amaçları, korunması hedeflenen değerler/düzen açısından üç kademeli bir
tasnif yapmışlardır. Gazali, bunları “zaruriyyat, haciyyat, tahsiniyyat” olarak belirlemiştir.
“Bunlar genel makāsıd kısmına dâhil olan hayat (can), nesil (nesep, ırz), akıl, mal ve dinin
korunması şeklinde özetlenir ve literatürde “zarûriyyât-ı hamse, makāsıd-ı hamse, külliyyât-ı
hams” gibi adlarla anılır.”

Bazı alimler bu beş esasa farklı unsurları ilave etmişlerdir. Erdemli bir toplum oluşturma (İbn-i Rüşd), Eşitlik, hürriyet (Tahir bin Aşur), sosyal düzenin ve güvenliğin sağlanması (Şah Veliyyullah ed-Dihlevî). “Yukarıda belirtilen anlamıyla maslahat fikrinde birleşen bu amaçlar Allah’a kulluğun, adaletin ve toplumsal düzenin sağlanması, eşitlik ve hürriyet, erdemli bir toplum oluşturma, yeryüzünün imarı, itidal ve kolaylık, uygulanabilirlik gibi başlıklar altında incelenir.”

Veda Hutbesi ve Liberal İlkeler:


“Biliniz ki bu şehriniz Mekke, bugününüz arife ve bu ayınız zilhicce nasıl mukaddes
ve dokunulmaz ise mallarınız ve canlarınız da aynı şekilde dokunulmazdır. Müslüman
Müslümanın kardeşidir. Bir Müslümanın malı rızası olmadan diğer bir Müslümana helâl
olmaz. Sakın zulmetmeyin. Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba oğlunun,
oğul da babasının suçundan sorumlu tutulamaz.” (Veda Hutbesi).

Veda Hutbesi’nin başka versiyonlarında “ırz” da dokunalmazlar arasındadır. Bazı
modern din adamları bu “ırz” kelimesini “insan onuru” olarak anlamışlardır. Biz de bu
yoruma katılıyoruz.


İslamda ve Liberalizmde Mülkiyet Hakkı


Bir hadiste Hz. Muhammed (sav) şöyle demiştir: “Malı uğrunda öldürülen kimse
şehittir.” (Buhârî, Mezâlim 33; Müslim, Îmân 226. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 29;
Tirmizî, Diyât 21; Nesâî, Tahrîm 22, 23, 24; İbni Mâce, Hudûd 21).

Liberalizmin temel ilkeleri olan “adalet, hayat, hürriyet, mülkiyet” ilkeleri, Veda
hutbesinde de dokunulmaz haklar arasında sayılmıştır. Hatta İslam, mülkiyetin
dokunulmazlığı hakkında liberalizmden çok daha ileridedir. Malını korurken öleni şehit
saymıştır.


“Herkes ancak kendi işlediği suçlardan sorumludur” cümlesi, özellikle ceza
yargılamasındaki adalet ilkesine ve bireysel sorumluluk ilkesine vurgu yapmaktadır.


Hoşgörü İlkesi


Liberal teorinin toplumsal farklılıklar hakkındaki ilkesi hoşgörüdür. Bugün Türkiye’de
toplumsal kamplaşmanın, siyasal ve dinsel ayrışmanın temel aktörü siyasi veya dinsel aktörler değil, siyasi otorite yani hükümettir.

Hükümet, iktidarını kuvvetlendirmek için toplumsal
kamplaşmayı “devlet” anlayışına dayandırmaktadır. Hükümete muhalif kesimlerin hepsi
hakkında terörist suçlaması ile soruşturmalar açılarak, muhalif konumundaki kişiler veya
gruplar “devlet düşmanı” olarak yaftalanmıştır.


İslam’da akıl, sorumlu olmanın olmazsa olmaz şartıdır. Akıl seçme ve tercih etme
özgürlüğünün kaynağıdır. İslam da insanın bu özgürlüğüne önem vermiştir. Toplumda inanç
farklılıklar konusunda “sizin dininiz size, benim dinim bana” (Kafirun Suresi) ilkesi geçerlidir.
Bireylerin inanç özgürlüğü konusunda da “dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) ayeti örnek
olarak verilebilir.


İslam’a göre insanlar inançlarından dolayı sadece Allah’a karşı sorumludurlar. Allah,
insanı birey olarak muhatap almaktadır. Liberal düşüncenin birey anlayışı, İslam’ın birey
anlayışına uygundur.


Sonuç


İslam, iman etmeyi akıllı olma şartına bağladığı için akla en çok önem veren din
olduğu öğretilir. Müslüman olmak için akıl gereklidir. Modern medeniyetin temel
paradigması da akıldı, çünkü Hristiyan kilisesinin her konuda yorum hakkını kendisinde
görerek engizisyon uygulaması, Marx gibi sosyal bilimcilere “din afyondur” veciz sözünü
söyletmişti.


Liberal siyaset teorisinin temel ilkeleri olan “hayat, hürriyet, mülkiyet”, İslam’ın insan
hayatına, mülkiyetine ve hürriyetine ve seçme özgürlüğüne verdiği önemle büyük benzerlikler
göstermektedir. İslam’ın yönetimle ilgili temel prensipleri olan adalet, liyakat ve meşveret
ilkeleri bütün siyasal ideoloji ve teorileri kapsamaktadır. Biz bu ilkelere liberal pencereden
bakacağız.

Bir yanıt yazın